More

    Ahıska’nın Kayıp Kızları

    Osmanlı Devleti’nin son nefesini verdiği günlerdi…
    Her yandan düşmanlar saldırıyor, cephelerde gençler can veriyor, köylerdeyse kadınlar, çocuklar ve yaşlılar hayatta kalmaya çalışıyordu. Savaş sadece cephede değildi; evlerin içinde, kalplerin derinliklerinde, umutların sönmek üzere olduğu yerlerdeydi.

    İşte böyle bir günde…
    Bir anne, kucağında kundakta bir bebek, yanında on yaşında bir oğluyla, ormanın içinde kaçıyordu. Düşmanın ayak sesleri yaklaşıyor, top sesleri gökyüzünü titretiyordu. Kadın, elinde taşıdığı yavrusuna bakıyor, yüreği paramparça oluyordu.
    Ama artık gücü kalmamıştı…
    Bir ağacın dibine oturdu.
    Gözlerinden yaşlar süzülürken bir anlık karar verdi. Evladını, gözbebeğini o ağacın dibine bıraktı. “Belki kurtulur” diye dua etti. Sonra namusunu, onurunu, vatanını korumak için koşmaya devam etti.
    O koşarken, arkasında bir bebek sessizce ağlıyordu.
    İşte o bebek, yıllar sonra benim nenem olacaktı…

    Ama kader orada bitmedi.
    Küçük Aydın, annesinin ardından koşarken kardeşinin olmadığını fark etti. Dönüp geri geldi, çalılıklar arasında minicik bir beden gördü. Kucakladı, koştu, sakladı, yaşattı…
    İki kardeş, savaşın ortasında birbirine sarılarak kurtuldular.

    Zaman geçti.
    Savaşın yorgunluğu, açlık, korku… Her şey küçük yüreklerde derin izler bıraktı.
    Nenemin annesi, o kargaşanın ardından genç yaşta vefat etti. O günden sonra, 15 yaşına gelen Aydın dede, hem annelik hem babalık yaptı. Kardeşlerini büyüttü, yaşattı, okutmasa da hayata tutunmalarını sağladı.
    Nenem 16 yaşında evlendi, kız kardeşi 14’ünde.
    Bir yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti kuruldu, sınırlar yeniden çizildi.
    Bir sabah uyandıklarında artık aynı ülkede değillerdi: Nenem Türkiye’de, bacısı Rusya’da kalmıştı.

    Ama yine de ümit vardı.
    Tarlaya giderken sınırdan birbirlerini görüyor, el sallıyorlardı. Aynı gökyüzüne bakmak, onları bir süre teselli etti.
    Ta ki o kara geceye kadar…
    Sürgün trenleri köyleri sardı, Ahıska halkı vatanından koparıldı. Nenemin bacısı da o trenlerden birine bindirildi. Gözyaşları içinde veda bile edemeden, bir bilinmeze gitti.
    Yıllarca haber alınamadı.

    Yıllar geçti, devletler değişti, sınırlar yıkıldı.
    Bir gün bir haber geldi:
    “Biz Türkmenistan’a sürgün edildik. Zor günler yaşadık ama dinimizi, dilimizi, geleneklerimizi hiç bırakmadık.”
    İşte o söz, yıllar sonra nenemin yüreğine bir damla umut gibi düştü.
    Aydın dedenin torunları mektup yazdı, davet etti.
    Ve nihayet, nenemin bacısı, bir ömür özlemini çektiği vatanına, bir “turist” olarak döndü.
    Toprağı öptü, kardeşinin mezarına sessizce bir karanfil bıraktı.
    Artık iki kardeşten biri bu dünyadaydı, biri toprağın altındaydı… Ama kavuşmuşlardı.

    Ahıska Türkleri…
    Bizim acımız, yüreğimizin sol yanı, kopmuş ama hiç unutulmamış parçamızdır.
    Onların hikâyesi, bir milletin direncidir;
    Sürgünlere, ayrılıklara, yokluklara rağmen ayakta kalabilmenin, inancını kaybetmeden yaşamanın destanıdır.

    Bugün biz, o bebeklerin, o trenlerin, o özlemlerin torunlarıyız.
    Ahıska, sadece bir coğrafya değil;
    Yüzyıllardır süren bir hasretin,
    Bir kardeşliğin,
    Ve bir vatan sevgisinin adıdır.

    Latest articles

    spot_imgspot_img

    Related articles

    Leave a reply

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    spot_imgspot_img