More

    Çember’in Sadakati

    Bir zamanlar, dağların arasında, rüzgârın türküler söylediği bir köy varmış. Bu köyde üç kardeş yaşarmış: Halil, Celil ve Asker.
    Kardeşler sabırlı, çalışkan ve doğayı seven insanlarmış. Onların en büyük mirası, atalarından kalma koca bir koyun sürüsüymüş.
    Sürünün başında ise tecrübeli çoban Nezir, yanında da herkesin sevdiği, sadık köpek Çember varmış.

    Çember sıradan bir köpek değilmiş.
    Nezir onu yavruluktan beri büyütmüş, dağları, kurtları, karı ve yağmuru birlikte aşmışlar.
    Köyde herkes derdi ki:
    “Çember konuşamaz ama sahibinin yüreğini duyar.”

    Bir yaz sabahı köyün ileri gelenleri kardeşlere haber getirmiş:
    “Sürüyü bu yıl kurbanlık olarak Karadeniz’e, oradan da İstanbul’a göndereceksiniz.”

    Kardeşler sabah erkenden yola çıkmış.
    Dağları aşmışlar, tepeleri geçmişler, buz gibi nehirlerden sürüyü karşıya taşımışlar.
    Yol uzun, hava sertmiş.
    Kurtların ulumaları geceleri yankılanmış, Çember hemen tetikteymiş.
    Bir gece üç kurdun saldırısına uğramışlar; Çember onlara göğsünü germiş, Nezir sopasıyla yardım etmiş.
    Bir başka gün ormanın içinde koca bir ayı yollarını kesmiş. Çember korkmadan önüne atlamış, kardeşlerini korumuş.
    Omzundan yaralanmış ama geri adım atmamış.

    Kardeşler her akşam onu okşamış, “Aferin yiğidim,” demişler.
    Yol boyunca ne olursa olsun, sürü asla dağılmamış.

    Günler sonra mavi Karadeniz göründüğünde herkes sevinçten haykırmış.
    Dalga sesleri, koyunların meleyişine karışmış.
    Gemiler limanda bekliyormuş; sürüler kurbanlık olarak İstanbul’a götürülecekmiş.

    Celil ve Asker sürüyle birlikte gemiye binmişler.
    Halil ile Nezir ise köye dönmeye karar vermişler.
    Ama bir sorun varmış: Çember’i ne yapacaklardı?

    Otobüsler hayvan almıyormuş.
    Yürüyerek dönseler en az on gün sürermiş, yollar tehlikeliymiş.
    Çember zaten yorgun ve yaralıymış.
    Nezir iç çekmiş:
    “Belki burada kalır, dinlenir. Biz döneriz sonra alırız,” demiş.

    Halil diz çökmüş, Çember’in başını okşamış:
    “Bekle bizi, sadık dostum. Biz döner seni alırız.”

    Otobüs hareket etmiş.
    Çember uzun uzun bakmış ardından. Kuyruğu yere düşmüş, gözlerinden yaş gibi parlayan bir şey süzülmüş.

    Otobüs gözden kaybolunca Çember başını kaldırmış.
    Rüzgâr denizden eserken burnunu köyün tarafına çevirmiş.
    Yavaşça yürümeye başlamış, sonra koşmaya.

    Dağ dememiş, dere dememiş.
    Karanlık ormanlarda yalnız kalmış, yabani domuzlar önünü kesmiş.
    Bazı geceler yıldızların altında uyumuş, bazen yağmurun altında titremiş.
    Yaraları sızlasa da geri dönmemiş.
    Bir lokma yiyecek bulamayınca aç kalmış ama yüreğinde bir şey varmış onu ayakta tutan: Sevgi.
    Sahiplerinin sesi kulağında çınlıyormuş: “Aferin yiğidim…”

    Her gün biraz daha yaklaşmış köyüne.
    Bir gece gökyüzüne bakmış, bir yıldız parlamış.
    O yıldız sanki ona yol göstermiş.

    Onuncu günün sabahında köyde hava serinmiş.
    Evin ninesi erkenden kapıya çıkmış, elinde süt kovası varmış.
    Bir de ne görsün!
    Kapının önünde, toz toprak içinde, ayakları yara bere içinde Çember yatıyor!

    Ninenin eli ayağı titremiş.
    “Ah sadık köpek! Sen mi geldin?” demiş gözleri dolarak.

    Hemen su getirmiş, ayaklarına merhem sürmüş, önüne sıcak süt koymuş.
    Günlerce onunla ilgilenmiş.
    Çember bazen yavaşça havlamış, bazen başını ninenin dizine koyup uyumuş.

    Bir hafta sonra Halil ile Nezir köye dönmüşler.
    Kapıdan girince gözlerine inanamamışlar:
    Çember, kuyruğunu sallayarak onlara koşmuş!

    Halil gözyaşlarını tutamamış, diz çöküp onu kucaklamış.
    “Sen bizim en sadık dostumuzsun!” demiş.
    Nezir başını sallamış: “Dağların yüreği sende var Çember.”

    O günden sonra Çember, köyün efsanesi olmuş.
    Kim bir dostluktan, kim bir sadakatten söz etse onun adını anmış.

    Latest articles

    spot_imgspot_img

    Related articles

    Leave a reply

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    spot_imgspot_img