More

    Deprem Gerçeği ve Toplumsal Ahlakın İnşası

    Türkiye, coğrafi konumu gereği dünyanın en aktif deprem kuşaklarından birinde yer almaktadır. Bu gerçek, toplum olarak sürekli bir risk altında yaşadığımız anlamına gelmektedir. 1999 Marmara Depremi’nden günümüze kadar birçok yıkıcı deprem yaşanmış, binlerce insan hayatını kaybetmiş, milyonlarca vatandaş ise fiziksel ve psikolojik travmalarla karşı karşıya kalmıştır. Her büyük felaketin ardından benzer bir sorgulama gündeme gelmiştir: “Deprem değil, kötü bina öldürür.”
    Bu ifade, sorunun yalnızca doğal bir afet değil; insan eliyle büyüyen bir ihmal ve sorumluluk eksikliği meselesi olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda tartışılması gereken asıl konu, ülkemizdeki teknik bilgi eksikliğinden ziyade, ahlaki değerlerin erozyona uğramasıdır.

    1. Eğitim Sistemine Yönelik Paradoks: Bilgi Var, Vicdan Eksik

    Günümüzde Türkiye’nin her ilinde en az bir üniversite bulunmakta; hemen her üniversitede mühendislik ve mimarlık fakülteleri yer almaktadır. Buna rağmen, hâlâ “kötü yapı”, “dayanıksız bina” ve “usulsüz inşaat” kavramlarının gündemden düşmemesi, sadece teknik eğitimin varlığıyla toplumsal sorumluluğun gelişmediğini göstermektedir. Bu durum, bilginin ahlakla desteklenmediği bir eğitim anlayışının yetersizliğini açıkça ortaya koymaktadır.

    Üniversitelerde verilen teorik bilgi, bireyin vicdanıyla birleşmediğinde toplumsal fayda üretmez. Mühendislik etiği ya da yapı güvenliği dersleri, yalnızca bir akademik yükümlülük olarak kalırsa; mezun olan birey, attığı imzanın insan hayatına etkisini fark edemez. Bu nedenle sorunun kökeni, teknik değil, etik temellidir.

    2. Ahlaki Eğitimin Temeli: Aile

    Toplumsal değerlerin şekillendiği ilk yer ailedir. Dürüstlük, sorumluluk, çalışkanlık ve vicdan duygusu; okulda değil, ailede öğrenilir. Dolayısıyla bir bireyin meslek etiğini belirleyen en güçlü etken, aldığı akademik eğitimden çok, çocukluk döneminde kazandığı değerlerdir. “Bir annenin eğitimi, bir toplumun eğitimi demektir” sözü bu noktada derin bir anlam taşır.
    Eğer birey, çocukluk döneminde “doğruyu yapmanın” erdemine inandırılamamışsa; yetişkinlikte vicdani davranış geliştirmesi güçleşir. Bu bağlamda, aile içi ahlaki eğitim, toplumsal güvenliğin ve sürdürülebilir kalkınmanın da teminatıdır.

    3. Kurumsal Sorumluluk ve Toplumsal Denetim

    Bireysel etik kadar kurumsal etik de önemlidir. Denetim mekanizmalarının etkinliği, bürokrasideki liyakat anlayışı ve adalet duygusu, deprem gerçeğiyle yüzleşmede belirleyici rol oynar.
    Ne var ki, denetim sistemleri kâğıt üzerinde kalmakta; uygulamada kişisel çıkar, rüşvet veya kayırmacılık gibi etik dışı davranışlar, can güvenliğiyle doğrudan ilişkilidir. Bu durum, yalnızca bireylerin değil, sistemin de ahlaki dönüşüme ihtiyaç duyduğunu göstermektedir.

    Ahlakın sadece bireysel değil, yapısal bir mesele olarak ele alınması gerekmektedir. Çünkü yozlaşmış bir bürokrasi, en iyi mühendisleri bile susturabilir; liyakatsiz bir sistem, vicdanlı bireyleri dışlayabilir.

    Deprem, doğanın kaçınılmaz bir gerçeğidir; ancak yıkımın boyutu, toplumun vicdanıyla doğru orantılıdır. Sağlam binalar, yalnızca teknik bilgiyle değil, ahlaki temellerle inşa edilir.
    Bu nedenle çözüm, mühendislik fakültelerinde değil; ailede, okulda, kamu kurumlarında ve en nihayetinde toplumun vicdanında başlamalıdır.

    Gerçek anlamda bir “deprem bilinci” oluşturmak, yalnızca afet eğitimiyle değil, değerler eğitimiyle mümkündür. Ahlaki bilincin güçlenmediği bir toplumda, hiçbir yasa, hiçbir yönetmelik ve hiçbir denetim mekanizması insan hayatını korumaya yetmez.
    Dolayısıyla, Türkiye’nin deprem gerçeğiyle mücadelesinde atılması gereken en önemli adım, ahlaki sorumluluğun kurumsallaşmasıdır. Ancak bu şekilde hem binalarımızı hem de vicdanlarımızı sağlamlaştırabiliriz.

    Latest articles

    spot_imgspot_img

    Related articles

    Leave a reply

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    spot_imgspot_img