Bir varmış, bir yokmuş… Dağların gölgesinde, yaylaların serin rüzgârında Aslan adında 18 yaşlarında bir delikanlı yaşarmış. Adı gibi cesur, kalbi gibi temizmiş. Koyun sürülerini güder, köyün çocuklarıyla şakalaşır, yaşlılara selam verir, komşu köylerde bile sevilirmiş.
Aslan’ın bir başka merakı da varmış: futbol! Topa her dokunuşunda sanki rüzgâr bile onunla koşar, taşlardan sekerek giden top gökyüzüne yükselirmiş. Köylerde adı dilden dile yayılmış:
— “Aslan’ın ayağı topa değdi mi, seyrine doyum olmaz!” derlermiş.
Bir gün komşu köyde büyük bir futbol müsabakası düzenlenmiş. Davul çalınmış, çocuklar sevinçle bağırmış, gençler sevinç içinde Aslan’a seslenmiş:
— “Gel Aslan, sen olmadan maç olmaz!”
Ama Aslan’ın gönlü kararsız kalmış. Çünkü sürüsünü yalnız bırakması gerekirmiş. Yüreği top oynamak için atarken, aklı sürüsündeymiş. Sonunda gençlik ateşi ağır basmış, sürüyü geniş otlakta bırakıp köye inmiş.
Maç öyle coşkulu, öyle heyecanlı geçmiş ki, Aslan zamanın nasıl aktığını anlamamış. Ayakları topa değdikçe herkes hayran kalmış. Gökyüzü kızıl renge bürününce aklına sürüsü düşmüş. Hemen tarladan çıkıp dağa doğru koşmuş.
Ama ne görsün! Sürüsü otlakta değil, dağ yamacına çıkmıştı. Daha da kötüsü, karanlık kayaların arasından kurtların gözleri parlıyordu. Çoban köpekleri köyde kalmış, sürüyü yalnız bırakmıştı. Kurtlar sürüye saldırıyor, koyunlar korkuyla meleşiyordu.
Aslan yüreği ağzında sürünün önüne koştu. Bağırmak istedi, “Defolun buradan!” diye haykırmak istedi. Ama korku boğazına düğümlendi, sesi çıkmadı. Kurtlar ona baktı, göz göz oldular. Gitmediler.
O anda Aslan aklını kullandı. Üzerindeki ceketini çıkardı, elindeki sopaya bağladı ve gökyüzünde bir bayrak gibi sallamaya başladı. Dalgalanan ceket, rüzgârda kocaman göründü. Kurtlar geri çekilir gibi oldu ama sonra yeniden saldırdılar. Pençeleriyle koyunlara atıldılar, meleşmeler göğü inletti.
Aslan gözyaşlarını yuttu, geri adım atmadı. Sopayı daha hırsla salladı, kurtların gözlerine dik dik baktı. İçindeki korkuyu cesarete dönüştürdü. Sonunda kurtlar homurdanarak geri çekildi, dağların karanlığına karışıp kayboldular.
Ama sürü yaralıydı. Birkaç koyun topallıyor, biri ağır yaradan dolayı yürüyemiyordu. Aslan, o en çaresiz koyunu sırtına aldı. Sırtındaki yük ağırdı ama yüreği daha ağırdı. Önünde sürü, sırtında yaralı koyun, gece boyunca yürüyerek köye döndü.
Köyün insanları, gaz lambalarıyla dışarı fırladıklarında gözlerine inanamadılar. Karşılarında Aslan vardı: alnından terler süzülen, giysileri yırtılmış, ama gözlerinde kararlı bir ışık parlayan Aslan…
Köylüler sevinçle bağırdılar:
— “Aslan, sürüyü kurtardı!”
O günden sonra Aslan’ın adı yalnızca futbol sahalarında değil, köy meydanlarında da dilden dile yayıldı. İnsanlar onu artık yalnızca oyunu güzel genç olarak değil, cesaretiyle sürüsünü kurtaran “gerçek Aslan” olarak anmaya başladılar.
Ve köyün çocukları ne zaman top oynasa, birbirlerine şöyle derlermiş:
— “Aslan gibi oynayalım ama Aslan gibi cesur da olalım.”




