Bir bahar sabahıydı. Okulun bahçesini erik çiçeklerinin kokusu sarmıştı.
Sarıkız, Efe ve Merve teneffüs biter bitmez kütüphaneye koştular.
Masaya oturduklarında harita kendi kendine açıldı.
Bu kez haritanın kenarlarından yeşil ve gümüş renkli ışıklar süzülüyordu.
Sayfaların ortasında bir kelime belirdi:
“Bursa – Yeşil ile Zaman Arasında”
Sarıkız gözlerini kapadı; bir rüzgâr esti, kuş sesleri, su şırıltısı ve uzaklardan gelen bir ezan sesi duyuldu.
Gözlerini açtıklarında kendilerini Uludağ’ın eteklerinde buldular.
Uludağ’ın Nefesi
Dağın dorukları hâlâ karlıydı, ama vadilerde bahar başlamıştı.
Efe şaşkınlıkla,
— Dağın kokusu bile taze gibi, dedi.
Bir çoban yanlarına geldi, elinde bir keçiyle.
— Hoş geldiniz çocuklar, bu dağ bin yıllardır nice efsaneye ev sahipliği yaptı. Rivayete göre burada karların altında uyuyan devler varmış; her ilkbahar uyanıp dünyayı yeşile boyarlarmış.
Sarıkız gülümsedi:
— O zaman Bursa’nın yeşili, uyanan devlerin hediyesi!
Yeşil Türbe – Sessizliğin Işığı
Harita ikinci ışığını yaktı.
Bir anda kendilerini Yeşil Türbe’nin önünde buldular.
Kubbenin üzerindeki çiniler güneş ışığında parlıyor, etrafa mavi-yeşil bir huzur yayıyordu.
Merve, sessizce içeri adım attı.
— Burası Sultan Çelebi Mehmet’in türbesi, değil mi?
Bir görevli başıyla onayladı.
— Evet. Bu türbe sadece bir mezar değil; Osmanlı’nın yeniden doğuşunun sembolüdür. Her çinisi sabırla, her deseni umutla yapılmıştır.
Sarıkız, duvarlardaki çinilere baktı.
Her biri sanki küçük bir dua gibiydi.
“Renkler bile burada ibadet ediyor.” diye düşündü.
Koza Han ve İpek Rüzgârı
Bir sonraki ışık onları şehir merkezine, Koza Han’a götürdü.
Han’ın avlusunda dut ağaçları, küçük dükkânlar ve ipek kumaşlar vardı.
Efe, bir top ipeği eline aldı.
— Bu kadar yumuşak bir şey nasıl bu kadar güçlü olabilir?
Yaşlı bir esnaf gülümseyerek cevapladı:
— Evlat, ipek sabırla dokunur. Her iplik bir emek, her dokuma bir hikâyedir. Bursa bu yüzden asırlardır zarafetin şehridir.
Merve bir eşarba dokundu.
— Sanki rüzgârı bile yumuşatıyor.
Cumalıkızık – Zamanda Kaybolan Köy
Haritanın son ışığı maviye dönüştü.
Bir anda taş evlerin, mor erik ağaçlarının ve dar sokakların arasında buldular kendilerini.
Bir teyze kapısının önünde gözleme açıyordu.
— Hoş geldiniz yavrularım! Burası Cumalıkızık köyüdür. Altı yüz yıllık bu evlerde hâlâ sabah kokusu aynı, dostluk aynı.
Sarıkız, taş sokaklarda yürürken geçmişin sesini duyar gibiydi.
— Sanki evler fısıldıyor, dedi.
Efe gülümsedi:
— Çünkü burada zaman yürümüyor, oturmuş dinleniyor.
Haritanın Kapanışı
Güneş batarken şehir altın bir ışığa büründü.
Uludağ’ın zirvesi karanlıkta gümüş gibi parlıyordu.
Rüzgâr, Yeşil Türbe’nin kubbesinden süzülüp Koza Han’ın dut ağaçlarını okşadı.
Sarıkız derin bir nefes aldı.
— Bu şehir hem toprak gibi sabırlı, hem de ipek gibi zarif.
Merve başını salladı:
— Ve tıpkı insanlar gibi… Dışında tarih, içinde sevgi var.
Harita yeniden ışıldamaya başladı.
Bir rüzgâr esti, dut yaprakları uçuştu, dünya döndü…
Gözlerini açtıklarında yine okulun kütüphanesindeydiler.
Masada “Osmanlı’nın İlk Başkenti: Bursa” adlı kitap açık duruyordu.
Efe gülümsedi:
— Her şehir bize bir ders veriyor.
Sarıkız kitabı kapattı, elini kalbinin üzerine koydu:
— Bursa bize sabrın ve zarafetin sırrını öğretti.




