More

    SARIKIZ VE KAPADOKYA’NIN RÜZGÂRI

    Bir gün okulun kütüphanesinde yine aynı köşede buluşmuşlardı. Sarıkız, Efe ve Merve artık “harita bekçileri” olduklarını hissediyorlardı.
    Merve, defterine Urfa gezisinde öğrendiklerini yazarken Efe birden fısıldadı:
    — Şuna bakın! Harita yeniden parlıyor!

    Haritanın ortasında bu kez rüzgâr gibi dönen bir desen belirdi. Toz bulutu şeklinde savrulan yazılar, gözlerinin önünde bir isim oluşturdu:
    “Kapadokya – Rüzgârın Şekillendirdiği Masal Diyarı”

    Bir ışık halesi onları sardı. Başları döndü, dünya bir kez daha döndü…
    Gözlerini açtıklarında bir vadinin kenarındaydılar. Güneşin ilk ışıkları peri bacalarının üzerinde dans ediyor, kuşlar gökyüzünde halkalar çiziyordu.

    Sarıkız başını kaldırıp göğe uzanan taş kulelere baktı.
    — Bunlar nasıl oluşmuş olabilir? dedi hayretle.
    O sırada yaşlı bir kadın onlara yaklaştı, elinde testisiyle.
    — Evlatlarım, bu topraklar ateşle suyun savaşından doğdu. Volkanlar patladı, rüzgâr ve yağmur binlerce yıl bu kayaları şekillendirdi. O yüzden buraya “Peri Bacaları” deriz. Çünkü doğa bile burada büyü yapmış gibidir.

    Merve bir taşın üzerine oturdu, elini taşa koydu.
    — Gerçekten de sanki nefes alıyor gibi…
    Efe gülümsedi:
    — Bence bu taşlar, dünyanın kalp atışları.

    Haritadaki ikinci ışık onları Göreme’ye götürdü. Kayaların içine oyulmuş kiliseler, fresklerle dolu tavanlar…
    Bir rehber sessizce yaklaşıp anlattı:
    — Buralar bin yıl önce Hristiyan keşişlerin sığındığı yerlerdi. Sessizlik içinde dua eder, taş duvarlara inançlarını resmederlerdi.

    Sarıkız, bir duvarın üzerindeki solmuş melek figürüne baktı. Melek sanki göz kırpıyordu.
    O an içinden bir ses geçti: “İnanç, rüzgâr gibidir; görülmez ama her şeyi değiştirir.”

    Bir anda zemin titredi, harita üçüncü ışığını yaktı.
    Kendilerini yerin derinliklerinde buldular. Tüneller, odalar, merdivenler…
    Efe şaşkınlıkla:
    — Kaç kat aşağı indik biz?
    Bir ses yankılandı:
    — Sekiz kat, çocuklar… Sekiz kat insan emeği ve korkusuyla yapılmış bir şehir.

    Bu sesi takip ettiklerinde yaşlı bir rehberle karşılaştılar.
    — Burası Derinkuyu. İnsanlar düşmanlardan korunmak için yerin altına şehirler kurmuşlardı. Burada yaşar, yemek pişirir, dua ederlerdi.

    Merve el fenerini tünelin duvarına tuttu. Duvar taş değil, sanki insan nefesiyle ısınmış gibiydi.
    Sarıkız fısıldadı:
    — Demek ki cesaret, karanlıkta bile ışık yakabilmekmiş…

    Son ışık Uçhisar’da parladı.
    Rüzgâr tepede sert esiyor, balonlar gökyüzüne yükseliyordu.
    Efe, bir balonun sepetine binmiş gibi kollarını açtı:
    — Keşke uçabilsek!
    Merve güldü:
    — Belki harita bizi bir gün oraya da götürür.

    Uçhisar’dan baktıklarında bütün Kapadokya, masal gibi önlerinde uzanıyordu: vadiler, taş köyler, sabah sisi…
    Sarıkız gözlerini kapattı ve içinden diledi:
    — Ne olur, bu güzellik hep kalsın.

    O an haritanın kenarları altın rengiyle yanmaya başladı. Rüzgâr esip toz bulutu gibi dönmeye başladı.
    Üçü bir anda yine okulun kütüphanesinde buldular kendilerini.

    Kütüphane sessizdi. Masanın üzerinde Kapadokya’yla ilgili bir ansiklopedi açık duruyordu.
    Efe gülümsedi:
    — Bu sefer gerçekten rüya gibiydi.
    Merve, sayfaya düşen harita desenine bakarak fısıldadı:
    — Belki de rüyalar, sadece haritanın kapılarıdır.

    Sarıkız elini kalbinin üzerine koydu. İçinde hâlâ rüzgârın sesi vardı.
    Ve o rüzgâr sanki şöyle diyordu:
    “Her şehir bir masaldır; ama masalı anlamak için kalbinle gezmelisin.”

    Latest articles

    spot_imgspot_img

    Related articles

    Leave a reply

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    spot_imgspot_img