Bir yaz akşamıydı… Yaylalar gökyüzünün kara bulutlarla örtüldüğü o gergin saatlere girmişti. Önce rüzgâr esti, ardından gök öyle bir gümbürdedi ki, sanki dağların kalbi çarpıyordu. Ardından gelen şimşekler gökyüzünü bir anlığına gündüze çeviriyor, sonra yine karanlık çöküyordu.
Yağmur ince ince başlamıştı ama kısa sürede gökten inen gümüş iplikler birer koca kamçıya dönüştü. Küçük dere taşkın bir nehre dönüşüp önüne çıkan taşları sürükleyerek gürül gürül akmaya başladı.

Yaylanın içinde hayat karışmıştı. Büyük ağıllardaki koyunlar bir ağızdan meliyor, atlar kişneyerek zincirlerini zorlayıp duruyordu. Sarıkız ve Karakız, küçücük yürekleriyle bu koca gürültüye dayanamayarak birbirlerine sarıldılar. Gözlerinden yaşlar süzülüyor, yağmur taneleriyle karışıp yanaklarından süzülüyordu.
Ama korkan sadece onlar değildi. Dağların sessiz gölgeleri olan kurtlar da, bu şiddetli fırtınanın ortasında şaşkına dönmüştü. Çoban köpeklerinin havlamalarıyla ürküp kaçan bir kurt, panikle koşarken yolunu şaşırdı ve kendini yaylanın ortasındaki ocağın içine düşmüş buldu.
Bir anlık sessizlik oldu. Yağmurun uğultusu dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Ocakta kıvılcımlar sönmüş, duman tüterken, ıslanmış kurt gözlerini açıp etrafına baktı. Karakız ve Sarıkız titreyerek birbirlerine daha da sokuldular. Kurt da korkmuştu… Kocaman gözleriyle iki kıza, kızlar da kocaman korkularıyla kurda bakıyordu.
Sanki zaman donmuştu. Herkes birbirini anlamış gibiydi: “Ben de korkuyorum,” diyordu kurt, “Ben de…”
Tam o sırada yaylanın ağır kapısı gıcırdayarak açıldı. Ellerinde fenerlerle çobanlar içeri daldı. Köpeklerin havlamaları kulakları doldurdu. Kurt ürküp bir sıçrayışta ocaktan çıktı, yağmurun karanlığına karışarak gözden kayboldu.
Karakız ve Sarıkız hâlâ birbirlerine sarılmış haldeydiler ama gözlerindeki yaşlar artık korkudan çok şaşkınlık doluydu. Çünkü o gece anlamışlardı ki, fırtına geldiğinde sadece insanlar ve hayvanlar değil, dağların vahşi misafirleri de aynı korkuyu paylaşıyordu.
Ve ninesi ertesi sabah onlara şöyle demişti:
— “Unutmayın kızlar, bazen en korkutucu görünenler bile, gök gürültüsü karşısında küçücük kalır. Önemli olan, kalbinizi kiminle paylaştığınızdır.”
O günden sonra Sarıkız ve Karakız ne zaman gök gürültüsü duysa, birbirlerinin ellerini sıkıca tutar, sessizce fısıldarlarmış:
— “Kurt da korkmuştu…”




