Bir zamanlar uzak diyarlarda, yemyeşil tepelerin ardında gizlenmiş bir köy vardı. Bu köyde yaşayan çocukların en büyük tutkusu atlara binmekti. Her sabah, köyün etrafındaki çayırlarda koşan tayların nal sesleri, çocukların kalplerinde macera ateşi yakardı.
Köyün en cesur çocuğu Deniz’di. Uzun saçlarını rüzgarda savurarak köyün en hızlı atı olan Gümüş’ün sırtında dolaşır, arkadaşlarını da peşine takardı. Deniz’in en yakın arkadaşı Ege ise masallara inanan bir çocuktu. Perilerin ve büyünün gerçek olduğuna inanır, köyün etrafındaki ormanda onları görmeyi hayal ederdi.
Bir gün, çocuklar ormanın derinliklerine doğru yarış yapmaya karar verdi. Gümüş önde koşarken diğer atlar da peşinden ilerledi. Fakat ormanın içinde ilerledikçe, ağaçların gövdeleri parlak bir ışıkla titreşmeye başladı. Çocuklar şaşkınlıkla bakarken karşılarında kanatları gümüşten yapılmış küçük bir peri belirdi.
“Hoş geldiniz,” dedi peri. “Ben Orman Kraliçesi’nin habercisiyim. Cesaretiniz bizi buraya çağırdı. Ama dikkat edin, bu orman hem dostluk hem de sınavlarla dolu.”
Çocuklar önce korktu, sonra merakla perinin peşinden gitmeye karar verdi. Onları, kristal ışıltılarla dolu gizli bir vadiye götürdü. Vadinin ortasında dev bir göl vardı ve gölün üzerinde mavi ışıklardan yapılmış bir köprü uzanıyordu.
Peri, köprünün ardında büyülü atların yaşadığı gizli diyara giden kapının bulunduğunu söyledi. Ancak bu kapıdan yalnızca kalpleri temiz, birbirine güvenen çocuklar geçebilirdi.
Deniz ve Ege arkadaşlarına dönüp el ele tutuştu. Hep birlikte köprüye adım attılar. İlk başta köprü sallandı, ışıklar soldu. Çocuklar korktu ama birbirlerini bırakmadılar. Kalplerindeki cesaret köprüyü güçlendirdi ve ışıklar yeniden parladı.
Kapı açıldığında, içlerinden çıkan ışık göz kamaştırıcıydı. Çocuklar kendilerini uçsuz bucaksız çayırlarda buldu. Burada gökkuşağı renginde yelelere sahip devasa atlar koşuyor, periler onların sırtında uçuyordu. Çocuklar bu büyülü atların sırtına binince gökyüzüne doğru yükseldiler.
Gökyüzünde süzülürken periler onlara şunu fısıldadı:
“Gerçek büyü sihirli sözlerde değil, dostlukta ve cesarette gizlidir.”
Gün batarken çocuklar köylerine geri döndü. O günden sonra, maceralarını kimseye anlatmadılar. Ama her sabah atların nal seslerini duyduklarında birbirlerine gülümseyip göz kırptılar. Çünkü artık biliyorlardı ki, dostlukları onları her zaman büyünün kapısına götürebilirdi.




