İlçenin biraz dışında, nehrin karşı kıyısında yüksekçe bir tepe vardı. Halk ona “Ayyıldızlı Tepe” derdi. Çünkü ay ışığı dolunay olduğunda, tepenin yamacında taşların dizilişinden ay-yıldız şekli belirirdi. Kimileri bunun tesadüf olduğunu söyler, kimileri ise “atalarımız buraya bilerek işaret koydu” derdi.
Sarı Kız, bir akşam annesinin anlattığı eski bir hikâyeyi hatırladı:
— Derler ki evladım, bu tepe vaktiyle savaş yıllarında askerlerin toplandığı gizli bir sığınaktı. Ay-yıldız işareti gökten görünür olsun diye yapıldı. Çünkü burası vatanı savunanların yeri, umutların sembolüydü…
O gece Sarı Kız’ın aklına uyku girmedi. Ertesi gün arkadaşlarını topladı ve “Hadi, Ayyıldızlı Tepe’ye çıkalım,” dedi. Karda bata çıka yürüdüler, nefes nefese kaldılar ama sonunda tepenin zirvesine ulaştılar.
Orada, yarısı toprağa gömülmüş taşların arasından bir kutu buldular. Paslanmış demirle kaplıydı. Büyük güçlükle açtılar. İçinden sararmış bir mendil çıktı. Mendilin ortasında el işlemesiyle ay ve yıldız işlenmişti. Mendille birlikte küçük bir not vardı:
“Bu mendil, Mehmet Ağa’ya emanettir. O ve arkadaşları burada and içti: ‘Vatanı terk etmeyeceğiz, kardeşliği koruyacağız.’ Bu işaret, gökteki ay-yıldızla birleşince bize yol gösterecek.”
Sarı Kız’ın gözleri parladı. “Bu mendil dedemin döneminden kalmış olabilir!” dedi. Arkadaşlarıyla birlikte mendili göğe kaldırdılar. O anda güneş bulutların arasından çıkıp tepeye vurdu. Taşların dizilişiyle mendildeki ay-yıldız birleşti.
Hepsi büyülenmiş gibi sustu. Çünkü o an sadece bir mendil değil, geçmişten bugüne gelen bir söz dile gelmişti:
“Kardeşlik ve vatan sevgisi, ay ve yıldız gibi yan yana durursa ışık hiç sönmez.”
Sarı Kız bu hatırayı kalbine kazıdı. Bir gün büyüdüğünde, bu tepenin hikâyesini herkesin öğrenmesi için yazmaya karar verdi.




