Çisil’in Annesi – Acının Başlangıcı
Gecenin karanlığı şehrin üstüne bir örtü gibi serilmişti. Daracık sokakların birinde bir kadın, ince bedeniyle gölgeler arasında savruluyordu. Beş çocuk annesiydi. Yorgun omuzları, yılların yükünü taşımaktan kamburlaşmıştı. Kocasının öfkesinden kaçtıkça içi daralıyor, ama nereye sığınacağını bilemiyordu. Evinde huzur yoktu; sesler, bağırışlar, tokatların yankısı duvarlardan geri dönüyor, çocukların ürkek gözleriyle birleşiyordu.
Her akşam aynı kabus tekrarlanıyordu. Erkek, içindeki öfkeyi kadının zayıf bedeninde söndürmeye çalışıyor, yumruklarını kaldırırken gözlerinde hiçbir merhamet parlamıyordu. Kadın her seferinde “belki bu kez durur, belki bu kez değişir” diye umut ediyordu ama her defasında kırılıyordu umutları. Bir gün adam onu kapının önüne fırlattı.
Soğuk taşlara düşen kadın, yavaşça doğrulmaya çalışırken gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Karanlık sokaklarda yürümeye çalıştı ama gücü yoktu. İnsanların kötülüğü, pusuda bekleyen kurtlar gibi etrafını sardı. Birkaç kötü niyetli adam onu gördü, güçsüzlüğünden faydalandılar, kadını kirlettiler. Çığlıkları karanlıkta boğuldu. O andan sonra zihni parçalandı, dünya gözlerinin önünde paramparça oldu.
Aradan günler geçti, aylar devrildi. Kadın aklını kaybetmişti. Sokaklarda anlamsız bakışlarla dolaşıyor, kendi kendine konuşuyor, hayali ellerle kavga ediyordu. Kimi zaman gülüyor, kimi zaman bir köşeye çöküp ağlıyordu. İnsanlar ona “deli” gözüyle bakıyordu ama aslında onun içinde fırtınalar vardı. Oysa kimse bilmezdi, kalbinde nasıl bir acı taşıdığını.
Dokuz ay sonra, tüm bu acıların ortasında bir bebek dünyaya geldi: Çisil.
Kadın, bebeğini kollarına aldığında bir anlığına gözleri parladı. Çisil’in küçücük parmakları annesinin parmağını sıkıca kavradığında, kadının kalbinde silik de olsa bir sıcaklık belirdi. Ama bu an kısa sürdü. Çünkü kadının zihni çoktan karanlık labirentlere dalmıştı.
Devlet görevlileri, bebeğin korunması gerektiğini gördü. Anne akıl hastanesine yatırıldı. Çisil ise koruma altına alındı. Henüz minicik bir bebekken, annesinin kokusunu doya doya içemeden, kucağının sıcaklığını hissedemeden, devletin soğuk duvarlarına bırakıldı.
Ama Çisil’in gözleri, daha ilk günden, masum bir umut ışığı gibi parlıyordu. Sanki “ben bütün bu karanlığa rağmen büyüyeceğim” diyordu.
Çisil’in Doğumu ve Yuvaya Düşen Işık
Yurdun büyük kapısından içeri alındığında Çisil henüz minicik bir bebekti. Üzerinde incecik battaniyesi vardı. Sessizliğiyle dikkat çekiyordu. Çoğu bebek sürekli ağlarken o gözlerini kocaman açıp etrafı izlerdi. Sanki bir şeyleri anlamaya çalışıyor gibiydi.
Yurdun bakıcıları onunla ilgilenirken, Çisil’in bakışlarında garip bir dinginlik fark ettiler. Zaman zaman öyle bir gülümserdi ki, sanki karanlık bir odada birdenbire mum yakılmış gibi olurdu ortam. “Bu çocuk çok güzel olacak,” derdi herkes.
Aylar geçti, Çisil büyümeye başladı. İlk adımlarını atarken düşe kalka ilerledi ama her düştüğünde gözlerinde parlayan kararlılık dikkat çekiyordu. Yurdun diğer çocuklarıyla aynı odada kalırdı ama yüzünde farklı bir ifade vardı; kırılganlığının içinde gizli bir direnç.
Bir gün yurda misafirler geldi. Çocuk sahibi olan ama gönüllerinde daha çok sevgiyi büyüten bir çift, koruyucu aile olmak için başvurmuştu. Kadın öğretmen, adam doktordu. Çisil’in iri, parlak gözleriyle karşılaştıklarında içlerinde derin bir sıcaklık hissettiler. O küçük eller, adamın eline dokunduğunda görünmez bir bağ oluştu.
Haftalar sonra işlemler tamamlandı. Çisil artık yeni ailesindeydi. Ev sıcacıktı, perdeler renkliydi, her köşesi oyuncaklarla doluydu. Kadın onu kucakladığında, “Artık bizim kızımızsın,” dedi. Çisil konuşmadı, sadece gözlerinden süzülen bir damla yaşla kalbinin kabulünü gösterdi.
Ama kader, onun için başka iplikler de örüyordu. Henüz kimse bilmiyordu; Çisil’in kalbinde mutlulukla beraber sessiz bir gölge de büyüyordu.
Koruyucu Aile ve Mutlu Çocukluk
Yeni ailesinin yanında hayat Çisil için başka bir renk kazanmıştı. Bahçedeki erik ağaçları, menekşeler, akşam masallarında gülüşen çocuklar… Hepsi onun eksik yanlarını tamamlıyordu.
Koruyucu anne şefkatliydi, baba ise sabırlı bir bilge gibi. Çisil okulda hayal gücüyle tanındı; defterlerinin kenarına bulutlar çizer, onlara hikâyeler yazardı. Ama geceleri bazen kabuslarla uyanır, annesinin sesini duyar gibi olurdu. Anne onun yanına koşar, “Korkma kızım, ben buradayım” derdi.
Yıllar geçti. Evin içinde kahkahalar kadar sessiz dualar da yankılandı. Çisil büyüyordu ama derinlerde, karanlık bir gölge uykusuna yatmıştı.
Hastalığın İlk Kıvılcımları
Ortaokul yıllarında Çisil’in bakışlarında bir değişim belirdi. Zaman zaman dalıyor, sanki görünmez biriyle konuşuyordu. Öğretmenleri bunun ergenlik olduğunu düşündüler.
Bir gün şiir okuma etkinliğinde sahnede dondu kaldı. “Susun! Beni rahat bırakın!” diye bağırdı. Sınıf sessizleşti. O an, görünmeyen bir dünya onun zihninde yankılanıyordu.
Doktor baba, gerçeği biliyordu ama kabullenmek istemiyordu. Günler sonra tanı kondu: şizofreni.
Anne ağladı, baba sustu. Çisil anlamadı ama kalbinde bir kırılma hissetti. Artık gökyüzü bile ona sessiz görünüyordu. “Benim gökyüzüm kayboluyor,” dedi bir akşam, erik ağacının altında.
Kaybolan Baba, Yalnız Kız
Zaman geçtikçe krizler arttı. Çisil’in en büyük desteği babasıydı. Ama bir sabah o da gitti.
Kalp krizi, soğuk bir hastane odası, sessiz bir veda… Babasının “Ben hep yanında olacağım,” sözleri, Çisil’in zihninde yankılandı.
Cenazede tek damla yaş dökmedi. Çünkü içindeki acı gözyaşlarından ağırdı. Koruyucu anne ise kocasının ölümünden sonra uzaklaştı. Bir gün, “Sen bana yük oldun artık,” dedi.
O an Çisil’in dünyası yeniden yıkıldı. “Herkes gider,” diye yazdı defterine, “kimse kalmaz.”
Yetişkinliğe Adım ve Tuzaklar
Çisil çalışmaya başlamış, küçük bir memuriyet kazanmıştı. Kendi parasını kazanmak, ona kısa süreli bir umut verdi. Ama kalbinde bir boşluk vardı.
Bu boşluğu fark eden kötü insanlar onun etrafını sardı. Tatlı sözler, sahte sevgiler, evlilik vaadi… Çisil inandı. Ve sonunda her şeyini kaybetti: parasını, evini, güvenini.
Dolandırıldı. Hayatının enkazı altında kaldı. Ama iş arkadaşları onun yanında durdu.
Yine de yalnızlık, bir hastalık gibi bedenine işledi. Uzun bir hastane süreci, kırık bir zihin ve sonunda aynada kendine fısıldadığı cümle:
“Benim gözlerim artık gülmüyor.”
Çisil’in Çöküşü ve Direnişi
Hastane duvarları arasında bile, içinde küçük bir kıvılcım yanıyordu. Taburcu olduktan sonra yeniden işe döndü, mahkemelere gitti, hakkını aradı. “Ben sadece bir yuva kurmak istemiştim,” dedi hâkimin karşısında.
Her adliye çıkışında bir kahve alıyor, “Bugün de savaştım,” diyordu.
Geceleri ise babasının hayali sesiyle avunuyordu: “Sen benim güçlü kızımsın.”
Bir sabah aynada kendi yüzüne bakıp, “Ama hâlâ ayaktayım,” dedi.
O an, hayatına yeniden sahip çıkmanın başlangıcıydı.
Umudun Kırıntıları
Her sabah doğan güneş artık biraz daha anlamlıydı. Otobüs camından dışarı bakarken, “Güneş benim için de doğuyor,” dedi.
İş arkadaşlarıyla kurduğu dostluklar, onun ruhunu onardı. Bir amirinin sözü, içindeki kadını yeniden uyandırdı:
“Sen çok şey yaşadın ama hâlâ ayaktasın. Bu bile bir başarı.”
Evet… Mutlu bir son olmadı belki ama bir direnişin hikâyesi oldu bu.
Çisil artık biliyordu: Hayat adil olmasa da, nefes almak başlı başına bir zaferdi.
Ve belki bir gün, o çok beklenen gülümseme yine yüzüne yayılacaktı. Çünkü umut, bazen sadece bir kırıntıdan bile yeşerirdi.




