Bir zamanlar, bulutların gölgelerle dans ettiği, rüzgârın her ağaca ayrı hikâye anlattığı bir ülke varmış.
Bu ülkenin adı Masallar Diyarıymış.
Bu diyarda Sarı Kız adında bir çocuk yaşarmış.
Sarı Kız’ın kalbi merak doluymuş; taşlara, ağaçlara, suya, rüzgâra hep sorular sorarmış.
Ama onu özel kılan şey, yalnızca sorması değil — cevapları gerçekten dinlemesiymiş.
Bir gün birinin canı yanınca rüzgâr hüzünle esermiş.
Bir çocuk güldüğünde su daha berrak akarmış.
Sarı Kız bu gizemleri anlamak istiyormuş:
“Acaba dünya bizi duyuyor mu?” diye sorarmış hep.
İşte böyle başlamış Bilgelik Masalları’nın yolculuğu…
Sarı Kız ve Suyun Sırrı
Bir sabah Sarı Kız erkenden uyanmış.
Göl kıyısına gidip ayaklarını suya sokmuş.
Su, sabah güneşiyle pırıl pırıl parlıyormuş.
Bir süre sessizce oturmuş, sonra suya sormuş:
— Ey güzel su, sen neden bu kadar huzurlusun?
Su hafifçe dalgalanmış ve tatlı bir sesle cevap vermiş:
— Çünkü ben insanları duyarım, küçük kız.
Bana söylenen güzel sözleri saklar, kötüleri unuturum.
Sarı Kız şaşırmış:
— Ama nasıl yani, senin hafızan mı var?
— Evet, diye cevaplamış su.
Birinin gözyaşına karışırım, başka birinin kahkahasında parıldarım.
İyiliği hissederim, sevgiyi hatırlarım.
Sarı Kız bir an susmuş, sonra gülümsemiş:
— O hâlde ben de sana güzel şeyler söyleyeyim, demiş.
Ve suya fısıldamış:
— Teşekkür ederim güzel su, seni seviyorum.
Bir anda gölün yüzeyinde minik halkalar oluşmuş.
Suyun sesi tatlı bir ninniye dönüşmüş.
Sanki göl, sevinçle parlıyormuş.
O günden sonra Sarı Kız her sabah göle gider, suyla konuşurmuş.
Köyde biri üzülse, onlara şöyle dermiş:
“Bir bardak suya güzel bir söz söyle, iç ve kalbini dinle. Çünkü su seni duyar.”
Ve gerçekten de insanlar bunu yaptığında içleri ısınıyormuş.
Belki de su sadece su değilmiş;
belki de sevginin yankısıymış.
Ağaçların Şarkısı
Bir sabah, kuş cıvıltılarıyla uyanan Sarı Kız, evlerinin arkasındaki ormana gitmek istemiş.
Orman o sabah başka türlüymüş.
Rüzgâr yaprakların arasından geçerken sanki bir şarkı söylüyormuş; kimi dallar ince ince titriyor, kimileri derin bir nefes alır gibi kıpırdanıyormuş.
Sarı Kız durup dinlemiş.
Gözlerini kapatınca melodiler daha da belirginleşmiş.
Yaprakların sesiyle, kuşların ötüşü birbiriyle karışmış.
Sanki orman büyük bir orkestraymış.
Merakla en yaşlı ağacın yanına gitmiş.
Kocaman gövdesiyle gökyüzüne uzanan bu ağacın kabuğu çatlamış, dalları zamanla gümüş rengine dönmüş.
Sarı Kız, gövdesine yaslanıp sormuş:
— Ağaç Dede, bu duyduğum sesler ne? Sanki herkes şarkı söylüyor.
Ağaç Dede derin bir gıcırtıyla gülümsemiş:
— Evet küçük kız, her ağacın bir melodisi vardır. Biz rüzgârla konuşuruz, yağmurla dans ederiz. Her dalımız, her yaprağımız başka bir sesi taşır.
— Ama ben daha önce hiç duymamıştım, demiş Sarı Kız şaşkınlıkla.
— Çünkü duymak için yalnızca kulak yetmez, demiş Ağaç Dede. Kalbini sessizliğe açman gerekir.
Bizim şarkımızı, sessizliği dinlemeyi bilenler duyar.
Sarı Kız derin bir nefes almış.
Rüzgârın yumuşak elleri saçlarını okşamış.
Bir süre sonra kalbinin ritmi yavaşlamış ve ormanın melodisiyle aynı tempoya girmiş.
Kuşların cıvıltısı, dalların hışırtısı, uzaklardan gelen derenin sesi…
Hepsi aynı şarkının parçalarıymış.
Ağaç Dede devam etmiş:
— Biz her mevsim başka melodiler söyleriz. İlkbaharda sevinç, yazın umut, sonbaharda veda, kışın sessizlik… Çünkü hayat da böyledir.
Ne çok konuşan bilir, ne de hiç konuşmayan.
Gerçek bilgelik, dinleyebilmekte gizlidir.
Sarı Kız başını kaldırmış, yaprakların arasından süzülen ışığa bakmış.
Bir an için rüzgârın içinde minik bir tını duymuş — sanki ağaçlar onun adını söylüyormuş.
O da fısıldamış:
— Sizi duydum Ağaç Dede. Bundan sonra kalbimle dinleyeceğim.
Ve o gün, ormanın şarkısı onun kalbine yerleşmiş.
Artık ne zaman hüzünlense, gözlerini kapatıp o melodiyi hatırlarmış.
O melodi, sessizliğin içindeki huzurmuş.
Rüzgârın Fısıltısı
Bir sabah Sarı Kız, penceresini araladı.
Gökyüzü pamuk gibi bulutlarla kaplıydı, ama rüzgâr başka türlü esiyordu.
Sanki bir şeyler anlatmak istiyor, dalların arasından geçerken fısıldıyordu.
Rüzgârın sesi bazen şefkatli bir ninniye, bazen de hüzünlü bir söze benziyordu.
Sarı Kız, merakla dışarı çıktı.
Saçları savruluyor, elbisesi dalgalanıyordu ama o rüzgârın yönünü değil, söylediklerini anlamaya çalışıyordu.
“Rüzgâr, senin dilin var mı?” diye sordu.
Rüzgâr birden usulca esip kulağına fısıldadı:
— Ben düşünceleri taşırım, küçük kız. İnsanların kalplerinden çıkan her şeyi duyar ve dünyanın dört yanına savururum.
Sarı Kız şaşırmıştı:
— Peki kötü düşünceler ne olur?
Rüzgâr biraz hüzünlenmiş:
— Kötü düşünceler karanlık bulutlar gibidir. Nereye giderlerse orayı gölgelerler. Ama güzel düşünceler… onlar ışık gibi parlar, geçtiği her yere umut bırakır.
Sarı Kız düşünceli bir şekilde etrafına baktı.
Bir süre önce köyde herkesin üzgün olduğu bir günü hatırladı.
O gün kimse kimseyle konuşmamış, çocuklar bile oyun oynamamıştı.
Belki o zaman, kötü düşünceler rüzgârla birlikte köyün üzerine çökmüştü.
O anda karar verdi.
Ellerini havaya kaldırdı, gözlerini kapattı ve kalbinden geçenleri rüzgâra bıraktı:
“Tüm insanlara huzur gelsin.
Kuşlar özgürce uçsun.
Ağaçlar sevgiyle büyüsün.
Çocukların kahkahası hiç susmasın…”
Rüzgâr sevinçle esmeye başladı.
Yapraklar dans etti, bulutlar aralandı, güneşin ışığı toprağa değdi.
Sanki Sarı Kız’ın dileği hemen kabul olmuştu.
Rüzgâr son kez kulağına fısıldadı:
— Unutma küçük kız, senin her düşüncen bir tohumdur.
Ne ektiysen, rüzgâr onu büyütür.
O günden sonra Sarı Kız, ne zaman üzülse derin bir nefes alır, rüzgâra iyi dilekler fısıldarmış.
Ve her defasında, bir yerlerde birinin gülümsediğini hissedermiş.
Suyun Hafızası
Bir yaz sabahı Sarı Kız, köyün kenarındaki berrak dereye gitmiş.
Su, taşların üzerinden şarkı söyler gibi akıyor; güneş ışığı dalgaların üstünde gümüş gibi parlıyormuş.
Sarı Kız eğilmiş, avuçlarını suya daldırmış.
Ne kadar serin, ne kadar canlıymış!
Ama o sırada bir şey fark etmiş:
Su bazen berrak akıyor, bazen de bulanıklaşıyormuş.
Rüzgâr bile bu değişimi fark etmiş gibi usulca sormuş:
— Ne düşünüyorsun küçük kız?
Sarı Kız gülümsemiş:
— Su bazen gülüyor, bazen ağlıyor gibi… acaba neden?
O sırada derenin içinden bir ses yükselmiş — incecik, pırıl pırıl bir ses:
— Çünkü biz duyarız, küçük kız. Bize nasıl davrandıklarını hissederiz.
Sarı Kız şaşırmış, çevresine bakmış ama kimse yokmuş.
Yalnızca su konuşuyormuş.
— Benim hafızam var, demiş Su Perisi.
— İnsanlar bana güzel sözler söyledikçe berraklaşırım.
— Kızdıklarında, öfkeyle davrandıklarında ise bulanırım.
— Her söz, her duygu bir damla gibi içime karışır.
Sarı Kız hayranlıkla sormuş:
— Yani sen duyguları saklıyor musun?
Su Perisi gülümsemiş:
— Evet. Sevgiyle söylenen sözler içimde ışık olur,
korku ve öfke ise karanlık.
Düşünsene, göller, denizler, hatta yağmur bile bu duyguları taşır.
O yüzden doğaya iyi davranmak, aslında kendine iyi davranmaktır.
Sarı Kız elini kalbine koymuş.
Sonra diz çöküp suya fısıldamış:
“Teşekkür ederim güzel su, bize hayat verdiğin için.
Bütün canlılara sevgi taşıdığın için.”
Bir anda suyun yüzeyi parlamış.
Minik ışık halkaları oluşmuş, dalgalar gülümseyen bir yüz gibi olmuş.
Su Perisi son bir kez konuşmuş:
— Şimdi senin sesin kalbimde saklı.
— Her kim bu dereden su içerse, kalbine senin sevincinden bir damla düşecek.
Sarı Kız o gün eve dönerken şunu düşünmüş:
“Demek ki iyi söz, suya bile iyilik katıyor.
O zaman dünyayı temiz tutmanın yolu, kalbimizi temiz tutmaktan geçiyor.”
Ve o günden sonra, her yağmur damlası ona bir hikâye fısıldarmış.
Çünkü su, sevgiyi unutmamış.
Taşların Sırrı
Bir gün Sarı Kız, dedesinin köyündeki eski değirmene gitmiş.
Yol boyunca toprağın içinden çıkan taşlar ayaklarına takılıyor, kimi parlak, kimi yosun tutmuştu.
Ama hepsi sessizdi.
Sarı Kız içinden geçirmiş:
“Taşlar hiç konuşmuyor, acaba onların da kalbi var mı?”
Değirmenin önünde oturmuş.
Rüzgâr esiyor, dere taşıyor ama taşlar hep aynı yerdeymiş.
Bir süre sonra güneşin sıcaklığıyla içlerinden biri hafifçe parlamış.
Sarı Kız eğilmiş, taşı eline almış.
O anda taşın içinden bir ses duymuş:
— Neden bizi sessiz sanırsın küçük kız? Biz sadece sabrın dilini konuşuruz.
Sarı Kız şaşırmış.
— Sabrın dili mi? O nasıl bir dil?
Taş gülümsemiş gibi olmuş.
— Biz sabırla şekilleniriz. Rüzgâr yüzyıllarca eser, su binlerce kez üzerimizden geçer,
ama biz şikâyet etmeyiz. Çünkü biliriz ki, zaman sabrın ustasıdır.
Sarı Kız dikkatle dinlemiş.
Taşın üstündeki ince çizgiler ona nehirlerin, yağmurların, yılların hikâyesini anlatıyormuş.
Taş devam etmiş:
— İnsanlar acele eder, hemen olsun ister.
Oysa biz, beklemenin güzelliğini biliriz.
Bir kaya bile, sabırla parlayan bir kristale dönüşebilir.
Her şey zamanını bulduğunda parlar.
Sarı Kız, taşın üstünü okşamış.
— O zaman siz bilgesiniz, demiş.
— Belki de, demiş taş.
— Ama asıl bilgelik, yıkılmadan durmayı öğrenmektir.
— Biz toprağın kalbinde sabırla dururuz, çünkü her fırtına geçer.
O anda değirmenin duvarındaki taşlar da hafifçe titreşmiş, sanki onaylar gibi.
Sarı Kız başını kaldırmış, o sessiz taşlara bakmış.
Artık onları sıradan görmüyormuş.
Her biri, dünyanın sabrını taşıyan birer bilgeymiş.
O gün eve dönerken, içinden şöyle demiş:
“Ben de taşlar gibi olmalıyım.
Sarsılsam da yıkılmadan, kırılmadan durmalıyım.
Çünkü sabır, en sessiz ama en güçlü şarkıdır.”
Çiçeklerin Dili
Bir sabah güneş yavaşça doğarken, Sarı Kız dedesinin bahçesine çıkmış.
Bahçe, renk renk çiçeklerle doluymuş: mor menekşeler, sarı papatyalar, kırmızı güller, mavi süsenler…
Her biri başka bir renkte, başka bir kokudaymış.
Sarı Kız çiçeklerin arasında yürürken içinden şöyle geçmiş:
“Ne kadar güzel görünüyorlar ama acaba neden bu kadar farklılar?
Hepsi aynı toprağın içinde büyüyor, aynı yağmurla ıslanıyor ama her biri başka türlü kokuyor.”
Tam o sırada, bir kelebek gelip burnunun ucuna konmuş.
Kelebek gülümseyerek konuşmuş:
— Çünkü her çiçek, farklı bir duygunun sesiyle açar küçük kız.
Bazısı sevinci anlatır, bazısı umudu, bazısı sevgiyi…
Sarı Kız merakla sormuş:
— Peki sen nereden biliyorsun bunları, minik kelebek?
Kelebek kanatlarını hafifçe çırpmış:
— Ben her sabah çiçeklerin arasında dans ederim.
Onların fısıltılarını duyarım.
Mesela menekşe utangaçtır, sevdiğini uzaktan izler.
Papatya meraklıdır, her gün “Seviyor mu, sevmiyor mu?” diye sorar.
Gül cesurdur, dikenlerine rağmen kalbini açar.
Süsen ise bilgeliğin çiçeğidir; gökyüzüne bakar, sessizce düşünür.
Sarı Kız hayranlıkla çiçeklerin arasında dolaşmış.
Bir süre sonra eğilip menekşeye sormuş:
— Peki sen neden utangaçsın, güzel menekşe?
Menekşe ince sesiyle cevap vermiş:
— Çünkü bazen sevgi sessizdir küçük kız.
Kimi zaman bağırmak yerine, sadece kokusunu paylaşır.
Sonra papatya gülmüş:
— Ama ben dayanamam, merak ederim! Seviyor mu, sevmiyor mu diye sormadan duramam!
Gül söze karışmış:
— Benim dikeni var ama korkmam. Çünkü gerçek sevgi, bazen biraz acı ister.
Sarı Kız hepsini tek tek dinlemiş.
Sonra demiş ki:
— Ne kadar farklısınız ama bir arada ne kadar güzelsiniz!
— İşte hayat da böyledir, demiş kelebek.
— Her insan, her canlı başka bir duygunun çiçeğidir.
Birlikte olunca dünyanın bahçesi tamamlanır.
O gün Sarı Kız, bir demet çiçek toplamış.
Ama onları koparmamış — sadece selamlamış.
Her birine teşekkür etmiş:
“Sen sabrı, sen sevgiyi, sen umudu öğrettin bana.”
Ve rüzgâr o anda esmiş;
çiçeklerin kokusu gökyüzüne karışmış,
sanki dünya kocaman bir kalp gibi gülümsemiş.
Ay Işığının Sırrı
Bir gece Sarı Kız, penceresinden gökyüzüne bakmış.
Ay, koca bir gümüş tepsi gibi parlıyormuş.
Yıldızlar onun etrafında dans ediyor, rüzgâr hafif hafif esiyormuş.
Ama Sarı Kız’ın içi biraz ürkekmiş; gece karanlık ve sessizmiş.
Tam o sırada bir ses duymuş:
— Korkma küçük kız, ben buradayım.
Sarı Kız şaşkınlıkla bakmış:
— Kim bu?
Ses ay ışığından geliyormuş gibi hafif ve yumuşak:
— Ben Ay Işığıyım, küçük kız.
Geceleri karanlıkla gelen korkuları, endişeleri aydınlatmak için varım.
Sen sadece bana bak, gerisini bana bırak.
Sarı Kız ayağa kalkmış ve bahçeye çıkmış.
Ay ışığı çiçeklerin üzerinden süzülmüş, gölgeleri yumuşatmış, taşları gümüşe boyamış.
Korktuğu sesler, rüzgârın hafif uğultusundan başka bir şey değilmiş.
Ay Işığı fısıldamış:
— Her karanlık gecede bir ışık vardır.
Bazıları görünür, bazıları görünmez.
Ama ışık, korkuların üzerine geldiğinde, kalbini aydınlatır ve seni güvenle sarar.
Sarı Kız düşünmüş:
— Demek geceler sadece karanlık değilmiş…
— Doğru, demiş Ay Işığı.
— Karanlık, ışığın değerini öğretir.
— Korkular, cesareti öğretir.
— Sessizlik, kalbin sesini duymayı öğretir.
Sarı Kız gökyüzüne bakarak derin bir nefes almış.
— Peki ya insanlar ışığımı göremezse? diye sormuş.
Ay Işığı hafifçe gülümsemiş:
— Herkes göremez, ama önemli olan senin kalbinin ışığı görmesidir.
— Işığı paylaştığında, başka kalpler de aydınlanır.
O gece Sarı Kız yatak odasında gözlerini kapattığında, ay ışığının fısıldadığı sözleri duymuş:
“Korkma. Karanlık geçer, ışık kalır.”
Ve gerçekten de ertesi sabah köyde herkes daha huzurluymuş.
Çünkü Ay Işığı, geceleri sessizce dünyaya sevgi taşımış.
Denizin Rüyası
Bir sabah Sarı Kız, köyün sahiline gitmiş.
Deniz, sabah güneşinde pırıl pırıl parlıyormuş; dalgalar yumuşakça kıyıya vuruyormuş.
Ama denizin derinliği gizemliymiş.
Sarı Kız merakla bakmış:
“Acaba denizin içinde neler gizli?”
Tam o sırada deniz hafifçe kabarmış ve içinden bir ses gelmiş:
— Merhaba küçük kız, hoş geldin.
Sarı Kız şaşırmış:
— Kim konuşuyor?
— Ben Denizim, demiş ses.
— Ben sessizliği ve huzuru taşırım.
— Kim bana kulak verirse, kalbinde derin bir dinginlik bulur.
Sarı Kız denize oturmuş, ayaklarını suya sokmuş.
Deniz devam etmiş:
— Bazen insanlar acele eder, telaşla dolar.
— Ama ben yavaşım, sabırlıyım.
— Dalgalarım sessizdir ama güçlüdür.
— Derinliğime inmek isteyen, kendi iç sesini dinlemeyi öğrenir.
Sarı Kız bir süre sessizce dalgaları izlemiş.
Kıyıya vuran her dalga, tıpkı kalbinin atışı gibiymiş.
Deniz fısıldamış:
— İç huzur, yüzeyde aranan bir şey değildir.
— Derinlerde, kendi kalbinde saklıdır.
— Sakin olmayı öğren, dalgalar gibi ak, fırtınada bile dengen korunur.
Sarı Kız gözlerini kapatmış ve derin bir nefes almış.
Dalgaların ritmiyle kalbi yavaşlamış, bütün telaşları silinmiş.
O an anlamış:
“Gerçek huzur, dışarıda değil, kendi içimdeymiş.”
Deniz gülümsemiş:
— Artık bunu biliyorsun, küçük kız.
— Ne zaman kalbin sıkışsa, bana gel.
— Sessizlik ve derinlik, seni her zaman rahatlatır.
O günden sonra Sarı Kız, ne zaman telaşlansa, sahile gelir ve denizin ritmini dinlermiş.
Ve her defasında biraz daha huzurlu olurmuş.
Renklerin Dansı
Bir sabah Sarı Kız, köyün çayırlarına gitmiş.
Çayır, baharın taze renkleriyle dolup taşmış: sarı papatyalar, mor menekşeler, kırmızı gelincikler, mavi çiğdemler…
Her renk farklı bir ışık, farklı bir enerji yayıyormuş.
Sarı Kız, renklerin arasında yürürken sormuş:
— Neden her çiçek, farklı renkte açıyor? Hepsi aynı güneşten, aynı topraktan besleniyor…
Tam o sırada çayırın ortasında duran gökkuşağı parlamış ve konuşmuş:
— Çünkü her renk bir duyguyu taşır, küçük kız.
— Sarı, neşeyi getirir.
— Kırmızı, sevgiyi ve cesareti.
— Mavi, huzuru.
— Mor, hayal gücünü.
Farklılıklar bir araya geldiğinde, uyumlu bir dans ortaya çıkar.
Sarı Kız hayranlıkla bakmış:
— Ama bazen renkler birbirine karışınca karmaşa olmaz mı?
Gökkuşağı hafifçe gülümsemiş:
— Karmaşa gibi görünse de aslında her renk kendi yerini bulur.
— Doğa, çeşitlilik içinde dengeyi öğretir.
— İnsanlar da böyledir; farklı düşünceler ve duygular bir araya gelince, dünyayı güzelleştirir.
Sarı Kız çimlere oturmuş ve gökyüzüne bakmış.
Bir süre sonra fark etmiş ki, gökkuşağı sadece yağmurdan sonra değil, her kalpte varmış.
Farklı renkler birleştiğinde, tıpkı gökkuşağı gibi bir güzellik ortaya çıkarmış.
O gün Sarı Kız, köydeki herkesle paylaşmış:
“Herkes farklıdır, ama birlikte harika bir dünya yaratabiliriz.”
Ve o günden sonra ne zaman bir tartışma çıksa ya da insanlar birbirine kızsa, Sarı Kız hatırlatırmış:
“Unutmayın, farklılıklarımız bizim gökkuşağımızdır.”
Evrenin Kalp Atışı
Bir gece Sarı Kız, bahçenin ortasında yıldızlara bakarken derin bir sessizlik hissetmiş.
Ay gökyüzünde parlıyor, rüzgâr hafifçe esiyormuş.
Ama bu gece bir fark varmış: tüm doğa sanki nefes alıyormuş.
Rüzgârın sesi, yaprakların hışırtısı, suyun şırıltısı… hepsi aynı ritmi taşıyormuş.
Sarı Kız merakla düşünmüş:
“Acaba bu sessizlik ve ritim neyi anlatıyor?”
O sırada gökyüzünden yumuşak bir ışık düşmüş, yıldızlar neredeyse fısıldar gibi parlamış:
— Küçük kız, evrenin kalp atışı budur, demiş ışık.
— Her canlı, her taş, her ağaç, her damla su bir enerji taşır.
— Bu enerjiler birbiriyle dans eder; sevgiyle birleştiğinde evrenin ritmi ortaya çıkar.
Sarı Kız şaşkınlıkla sormuş:
— Yani tüm doğa birbirine bağlı mı?
Işık gülümsemiş:
— Evet, küçük kız. Her düşünce, her duygu, her hareket evrenin bir parçasıdır.
— Sevgi, şefkat, sabır ve uyum bu kalp atışını güçlendirir.
— Kötülük, öfke ve acelecilik ise ritmi bozar, ama her zaman yeniden denge kurulur.
Sarı Kız bir süre oturup yıldızları izlemiş.
Geçmiş masallarda suyun hafızasını, ağaçların şarkısını, rüzgârın fısıltısını, taşların sabrını, çiçeklerin dili, ay ışığını ve renklerin uyumunu öğrenmişti.
Hepsi bir araya geldiğinde, işte evrenin kalp atışını oluşturuyormuş.
Sarı Kız fısıldamış:
“O zaman ben de bu ritme katkıda bulunabilirim.
Sevgiyle düşünerek, doğaya saygı göstererek, başkalarına iyilik yaparak…
Kalbim evrenle birlikte atacak.”
Ve o andan itibaren Sarı Kız, her sabah ve akşam, kalbini dinleyip evrenin ritmini hissetmiş.
Artık biliyormuş ki, her masal bir parçaymış ve her parça, tüm evrenin kalp atışında bir nota oluşturuyormuş.




