Bir akşam, Sarıkız odasında ders çalışıyordu. Masasının üzerinde kitaplar, defterler, kalemler ve en üstte açık duran büyük bir dünya haritası vardı. Haritada o sırada Avustralya kıtası görünüyordu. Gözleri satırlarda dolaşırken, yorgunluktan başı öne düştü. Kalemi elinden kaydı, sayfanın kenarına minik bir mürekkep damlası düştü.
Derin bir nefes aldı… ve farkına bile varmadan tatlı bir uykuya daldı.
Birdenbire, kulağına dalga sesleri gelmeye başladı. Hafif bir rüzgâr saçlarını okşuyordu. Gözlerini açtığında kendini altın rengi kumların arasında buldu. Uçsuz bucaksız bir sahil… Gökyüzü masmavi, deniz pırıl pırıldı. Uzakta sıçrayan kangurular, gölgeler arasında dolaşan koalalar vardı. Sarıkız şaşkınlıkla etrafına baktı:
“Burası… Avustralya olmalı!” dedi gülümseyerek.
Bir süre yürüdü. Sıcak hava, egzotik çiçeklerin kokusu, rengârenk papağanların sesi… Hepsi bir rüya gibiydi. Yolda bir grup kanguru ile karşılaştı. Kangurular zıplayarak etrafında döndüler. Sarıkız onlarla oyun oynamaya başladı; zıplayarak yarış yaptılar, neşeyle gülüştüler.
Bir tanesi, küçük ve meraklı bir yavruydu. Sarıkız onun adını “Kipo” koydu. Kipo, Sarıkız’ın yanından hiç ayrılmadı. Birlikte ormanların arasına daldılar, dev ağaçların gölgelerinde yürüdüler.
Ancak bir süre sonra gökyüzü karardı. Uzaktan dumanlar yükseliyordu. Kuşlar panikle uçuşuyor, hayvanlar ormana doğru kaçıyordu. Sarıkız ve Kipo hemen o yöne koştular. Kıtanın iç bölgelerinde büyük bir yangın çıkmıştı!
Alevler rüzgârla birlikte hızla yayılıyor, ağaçların gövdelerini yalıyordu. Sarıkız kalbinde büyük bir korku hissetti ama geri adım atmadı. Dumanların arasından bir çığlık duydu. Sesin geldiği yöne koştuğunda, bir kaplumbağa ters dönmüş halde, sıcak toprağın üstünde kıvranıyordu. Hemen onu alıp serin bir dere kenarına taşıdı. Sonra etrafa baktı… Kipo yoktu!
“Kipo! Neredesin?” diye bağırdı endişeyle.
Cevap olarak uzaktan zayıf bir inleme duyuldu. Kipo bir ağacın dibinde, patisinden yaralanmış haldeydi. Alevler etraflarını sarmıştı. Sarıkız gözünü kırpmadan küçük kanguruyu kucakladı, bir yandan nefesini tutup dumanların arasından geçti. Alevlerin arasındaki boşluklardan geçip ormanın kenarına ulaştığında dizlerinin bağı çözülmüştü.
Kipo’nun kalbi hızlı atıyordu ama hayattaydı. Kaplumbağa da dere kenarında güven içindeydi. Sarıkız ikisini bir araya getirdi. Gözlerinden yaşlar süzüldü ama bu defa mutluluktandı.
O sırada gökyüzünde tuhaf bir ışık belirdi. Gümüş renkli, harita şeklinde bir parıltı… Işık büyüdü, büyüdü ve bir kapıya dönüştü. Sarıkız başını kaldırdı.
Haritanın sesi yankılandı:
“Sarıkız, cesaretini kanıtladın. Bilgeliğin yolu, kalpten geçer. Şimdi geri dönme vakti.”
Sarıkız Kipo’ya ve kaplumbağaya son kez sarıldı.
“Bir gün yine görüşürüz,” dedi gülümseyerek.
Işığın içinden geçtiğinde kendini yeniden masasında buldu. Kalemi hâlâ elindeydi. Haritaya baktı — Avustralya kıtası sanki biraz daha parlıyordu.
Gözlerinde hem şaşkınlık hem sevinç vardı.
Fısıldadı:
“Haritanın kapıları… gerçekten açıkmış.”




