Bir sabah Sarıkız, Kaz Dağları’nın doruğunda uyandığında gökyüzü süt beyazdı. Ne bir kuş sesi vardı ne de rüzgârın uğultusu. Yalnızca sessizlik… O sessizliğin içinden bir ses duydu:
“Ey Sarıkız, dağların kızı… Varlığın perdesini kaldırmak istiyorsan, Hiçlik Makamı’na ulaşmalısın.”
Sarıkız, bu sesi duyunca yüreğine hem merak hem korku doldu. Çünkü o zamana dek “hiçlik” kelimesini hep ölümle, yoklukla özdeşleştirmişti. Oysa bu ses, hiçliğin bir makam olduğunu söylüyordu. Bir durak… Belki de varlığın ötesinde bir duruş.
Yola çıktı.
Kaz Dağları’nın ardında, bulutların gölgesinde Engin Derviş adlı bir bilge yaşardı. Onu bulmak için günlerce yürüdü. Nihayet bir akşamüstü, dervişin çam dallarından örülmüş dergâhının önüne vardı.
Engin Derviş ile Karşılaşma
Engin Derviş, elinde bir tas suyla oturmuştu. Gözleriyle Sarıkız’ı süzdü ve tebessüm etti:
“Su dolu bir tas gibi görünürsün ama taşmak üzeresin, Sarıkız. Hiçlik Makamı’na varmak isteyen önce taşan suyunu boşaltmalıdır.”
Sarıkız anlamadı.
“Boşaltmak mı, neyi?” diye sordu.
Derviş, tası yere koydu, içindeki suyu toprağa döktü.
“Bak, şimdi su toprağa karıştı. Artık ne su, ne toprak — ikisi de bir. İşte hiçlik budur. Ne sen varsın, ne ben. Yalnızca Bir Olan vardır.”
Sarıkız uzun süre sessiz kaldı. Dağlardan gelen rüzgâr, dervişin sözlerini kalbine taşıdı. “Hiçlik” demek, yok olmak değilmiş; “ben”den kurtulmak, “her şeyin O” olduğunu fark etmekmiş.
Varlığın Perdesi
O gece Sarıkız, dergâhın avlusunda otururken ateşin içine baktı. Alevler yükseldikçe kendi gölgesini izledi.
Gölge bazen dans ediyor, bazen kayboluyordu.
O anda fark etti: gölge, ışık oldukça var oluyordu.
Ama ışık kaybolduğunda, gölge de yok oluyordu.
“Demek ki ben de o gölge gibiyim,” dedi içinden.
“Beni var eden Işık’tır. O olmazsa ben hiçim.”
O an kalbinde bir ferahlık hissetti. Korku gitti, yerini derin bir huzur aldı. Rüzgârla birlikte kuş sesleri geri döndü. Dağlar bile sanki onunla nefes alıyordu.
Hiçliğin Öğretisi
Sabah olduğunda Engin Derviş, Sarıkız’a son kez seslendi:
“Ey dağların kızı, unutma:
Hiçlik, yokluk değil, varlığın en saf hâlidir.
Hiçlikte ben yoktur, sen yoktur,
yalnızca Sevgi’nin kendisi vardır.
İnsan, Hiçlik Makamı’na vardığında
ne arar, ne bulur — çünkü o zaten oradadır.”
Sarıkız gülümsedi.
Artık dağlara, nehirlere, yıldızlara başka gözlerle bakıyordu. Her şeyde aynı nuru görüyordu.
Kendini değil, varoluşun sessizliğini dinliyordu.
Ve o günden sonra Sarıkız, nereye giderse gitsin, insanlara hep aynı şeyi söylüyordu:
“Hiçliğe varmaktan korkmayın.
Çünkü hiçlik, insanın kendini bulduğu en derin aynadır.”




