Bir sabah okulun koridorlarını sessizlik sarmıştı. Sadece kütüphaneden sayfa hışırtıları duyuluyordu. Sarıkız, en yakın arkadaşları Efe ve Merve ile tarih ödevleri için “Anadolu’nun Eski Şehirleri” adlı kalın kitabı inceliyorlardı.
Efe, kitabın arasından çıkan eski bir haritayı görünce heyecanla,
— Bakın! Yine o parlayan işaret! dedi.
Haritanın ortasında bu kez, altın sarısı bir ışık yanıp sönüyordu.
Merve heyecanla fısıldadı:
— Bu sefer hangi şehir acaba?
Haritanın üzerinde beliren yazılar kıvrıla kıvrıla dans etti:
“Urfa – Peygamberler Şehri”
Bir anda haritanın kapıları açıldı. Odanın içini sıcak bir ışık doldurdu. Sayfalar rüzgârla savruldu, dünya dönmeye başladı. Gözlerini açtıklarında, kendilerini taş sokakların, hanların, ve eski evlerin arasında buldular.
Balıklıgöl’ün Sırrı
İlk durakları Balıklıgöl’dü. Gölün çevresinde dua eden, suya yem atan insanlar vardı.
Bir amca onlara gülümseyerek yaklaştı:
— Hoş geldiniz çocuklar. Burası Halil-ür Rahman Gölü’dür. Rivayete göre, Hz. İbrahim burada ateşe atılmış ama Allah’ın mucizesiyle ateş suya, odunlar da balıklara dönüşmüştür. Bu balıklara zarar verilmez, çünkü onlar kutsaldır.
Sarıkız, suyun üzerindeki parıltılara bakarken bir an gölde yıldızların yansıdığını sandı. Sanki gökyüzü ve yeryüzü burada birbirine değiyordu.
Göbeklitepe – İnsanlığın İlk Tapınağı
Sonra haritadaki ikinci ışık yanıp söndü. Üçü bir anda yüksek bir tepenin üzerindeydiler. Önlerinde taş sütunlar, üzerlerinde aslan, yılan ve akbaba figürleri…
Merve şaşkınlıkla,
— Bunlar on iki bin yıllık olabilir mi? dedi.
Yanlarına gelen bir rehber onlara açıkladı:
— Evet çocuklar, burası Göbeklitepe. İnsanlığın inançla tanıştığı ilk yer. Burada insanlar henüz tarımı bile bilmiyorken, tanrılara tapınaklar yapmışlardı.
Sarıkız, taşların üzerinde bir an parlayan bir ışık gördü. Taşlar sanki geçmişin seslerini fısıldıyordu: “İnançla başlayan her şey, sonsuza dek sürer.”
Urfa Kalesi ve Tarihin Nefesi
Bir sonraki durakları Urfa Kalesi oldu. Efe, kalenin burçlarından aşağıya baktı. Şehrin taş evleri, minareleri ve kubbeleri akşam güneşinde altın gibi parlıyordu.
Bir dede yanlarına gelip bastonuna dayanarak konuştu:
— Evlatlar, bu şehir nice kavimlerin izini taşır: Asurlular, Babilliler, Romalılar… Ama asıl onu yaşatan, her taşında bir hikâye saklı olmasıdır.
Sarıkız başını kaldırıp kaleye baktı. Rüzgâr eski çağlardan gelen bir ezgi taşıyordu.
Harran’ın Konik Evleri
Günün sonuna doğru harita onları Harran’a götürdü. Buradaki evler başka hiçbir yere benzemiyordu. Hepsi koni şeklindeydi, bal peteği gibi dizilmişti.
Bir nine onlara seslendi:
— Bu evler yazın serin, kışın sıcaktır yavrularım. Bizim Harran’ımız, bilimin de diyarıdır. Bir zamanlar burada gökbilim çalışmaları yapılırdı.
Efe gökyüzüne baktı, yıldızlar yavaşça belirmeye başlamıştı.
Merve gülümsedi:
— Belki de harita, bizi sadece geçmişi görmek için değil, öğrenmek için getiriyor.
Haritanın Kapanışı
Gece çökmüştü. Urfa’nın üzerinde ay doğarken, haritanın kenarlarından yine ışık süzülmeye başladı.
Sarıkız fısıldadı:
— Gitme vakti geldi…
Bir rüzgâr esti, etraf karardı. Gözlerini açtıklarında okulun kütüphanesindeydiler. Kitap hâlâ açık duruyordu, ama harita artık solgundu.
Efe şaşkınlıkla,
— Rüya mıydı?
Merve gülerek cevapladı:
— Belki de tarih bizi çağırmıştı…
Sarıkız kitabın kapağını kapatırken gözüne küçük bir not ilişti:
“Her şehir, bir kalbin hatırasıdır. Onu dinlersen, sana kendi hikâyeni anlatır.”




