More

    Sarıkız ve Mozaiklerin Sırrı

    Sabahın erken saatleriydi. İstanbul’un kalbi yavaş yavaş uyanıyor, Galata Kulesi’nin gölgesi Haliç’in sularına düşüyordu. Sarıkız, Karakız, Kıvırcık Kız ve Gülbeyaz bir önceki günün heyecanını hâlâ üzerlerinden atamamışlardı. Yerebatan Sarnıcı’ndaki o ışık, Medusa’nın hikayesi, yeraltında yankılanan fısıltılar… Hepsi rüya gibiydi.

    Bu kez yolları, pazar içindeki Mozaikler Müzesine düşmüştü. Müzenin taş duvarlarının arasında sessiz bir tarih soluyordu. Renk renk taşlarla işlenmiş kuşlar, çiçekler, krallar, savaş sahneleri… Her biri bin yıl öncesinden bugüne bir hikâye anlatıyordu.

    “Bakın şu mozaik ne kadar canlı duruyor,” dedi Gülbeyaz, elini uzatarak.
    Kıvırcık Kız hemen uyardı: “Dokunma, yasak olabilir!”
    Ama o an, parmakları taşlara değmişti bile.

    Bir anda tüm salonu altın bir ışık doldurdu. Zemin mozaikleri titreşti, duvarlardaki desenler hareket etmeye başladı. Sarıkız çığlık atmaya kalmadan, dört arkadaş kendilerini dönen renkli taşların arasında buldu. Sanki binlerce minik cam parçası onları yutmuştu.

    Gözlerini açtıklarında bir mozaik sarayının avlusundaydılar. Duvarlar renkli taşlardan yapılmış, güneş ışığı bu taşlardan yansıyarak gökkuşağı gibi oynaşıyordu.

    “Bu yer… yaşıyor!” dedi Karakız şaşkınlıkla.

    Tam o sırada ormanın içinden kükremeler geldi. Mozaik ağaçların arasından aslanlar, kurtlar, yılanlar belirdi. Fakat bunlar gerçek değildi; taşlardan yapılmış canlılardı! Her biri parlak taşların içinden sıyrılıp hayat bulmuştu. Kızlar korkuyla birbirlerine sarıldılar.

    Sarıkız, kalbinin derinliklerinden bir ses duydu: “Cesaret, taşın kalbini ateşlendirir.”

    Hayvanlar üzerlerine gelirken gökyüzünü delen bir mızrak ışığı belirdi. Ardından, gümüş zırhlar içinde bir kral atının üstünde göründü. Kralın yüzü mozaik taşlardan oluşmuştu, ama gözleri gerçek bir insan gibi parlıyordu.

    “Ben Mozaiklerin Kralı Lyran’ım,” dedi yankılanan bir sesle.
    “Elinizdeki dokunuş, zamanın taşlarını uyandırdı. Fakat uyandırdığınız güç, sizi sınamak ister.”

    Kral, elindeki mızrağı havaya kaldırdı; taş hayvanlar birer birer parçalara ayrıldı, renkli taşlara dönüştü.
    “Şimdi gelin,” dedi Lyran, “size bu sarayın nasıl doğduğunu göstereyim.”

    Kızlar onu izleyerek sarayın içinden geçtiler. Taş işçileri, ellerindeki çekiçlerle parlayan taşları kırıyor, renklerine göre ayırıyorlardı. Kırmızı taşlar şafaktan, mavi taşlar denizden, yeşiller ormandan toplanıyordu. Her taş bir duyguyu temsil ediyordu: sevgi, cesaret, umut, bilgelik…

    “Bir mozaik,” dedi kral, “sadece taşlardan değil, kalplerin inancından yapılır. Her taş, onu koyanın yüreğinden bir parça taşır.”

    Sarıkız büyülenmişti. “Yani bu taşlar… yaşayan anılar mı?” 

     “Evet,” dedi kral gülümseyerek. “Ama bazen geçmişin hatıraları uyanır, onları anlamadan dönülmez.”

    Tam o sırada, yer sarsılmaya başladı. Sarayın duvarları çatladı, taşlar parlayıp gökyüzüne savruldu. 

     “Zaman kapısı kapanıyor!” diye bağırdı Gülbeyaz.

    Kral son kez elini kaldırdı: 

    “Mozaiklerin sırrını unutmayın! Her taş, bir hikâyedir!”

    Ve bir ışık seli içinde her şey yok oldu.

    Kızlar gözlerini açtıklarında yine müzede, mozaiklerin önündeydiler. Etrafta kimse yoktu, sadece duvarda o dokundukları mozaik duruyordu; ama şimdi taşların ortasında minik bir kral silueti parlıyordu.

    Sarıkız fısıldadı: 

     “Mozaikler… hâlâ yaşıyor.”

    Ve dört arkadaş birbirlerine bakıp gülümsediler.
    O günden sonra müzede hangi mozaiğe baksalar, sanki taşların içinde bir göz kırpışı hissediyorlardı.

    Latest articles

    spot_imgspot_img

    Related articles

    Leave a reply

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    spot_imgspot_img