More

    Sarıkız ve Zamanın Kırmızı Tuşu

    Bir sabah, Sarıkız heyecanla uyandı. Bugün doğum günüydü. Pencereden içeriye giren güneş ışıkları odasını altın sarısına boyuyordu. Masasının üzerinde küçük, gümüş renkli bir kutu duruyordu. Üzerinde yalnızca şu yazıyordu: “Sarıkız’a… Zamanın hediyesi.”

    Sarıkız merakla kutuyu açtı. İçinde ince bir bilek saati vardı. Kordonu ipek gibi yumuşaktı, kadranı ise gökyüzü gibi parlıyordu. Ama saatin ortasında minicik kırmızı bir tuş vardı.

    Tam o anda saatten hafif bir ses duyuldu: “ Hoş geldin Sarıkız… Zaman yolculuğuna hazır mısın?”

    Sarıkız şaşkınlıkla etrafına baktı.
    — Kim konuşuyor? diye sordu.

    Saatin içinden bir ses yankılandı:
    — Ben Dijital Rehber, zamanın rehberiyim. Kırmızı tuşa bastığında seni istediğin tarihe ve yere götürebilirim.

    Sarıkız’ın gözleri büyüdü.
    — Gerçekten mi? O zaman… Türklerin doğduğu topraklara, Orta Asya bozkırlarına gitmek istiyorum!

    Kırmızı tuşa bastı.
    Bir anda odanın içini altın rengi bir rüzgâr doldurdu. Duvarlar, eşyalar, hatta Sarıkız’ın nefesi bile bu ışığın içinde kayboldu.

    Gözlerini açtığında uçsuz bucaksız bozkırlar uzanıyordu önünde. Gökyüzü masmaviydi, rüzgâr atların yelesini savuruyordu. Ufukta duman tüten çadırlar, göçebe obaları görünüyordu.

    Bir çocuk ona yaklaştı:
    — Kimsin sen? diye sordu merakla.
    — Ben Sarıkız… Uzaktan geldim, çok uzaktan.

    Çocuk gülümsedi:
    — Ben Bilge. Atalarımızın yurdu Orhun kıyılarındasın. Hadi gel, toy başlıyor!

    Sarıkız, Bilge’yle birlikte obaya gitti. Kadınlar süt kaynatıyor, erkekler at yarışı hazırlığı yapıyordu. Bir yanda davullar çalıyor, diğer yanda destanlar söyleniyordu.

    Bilge, yere kazınmış garip işaretleri gösterdi:
    — Bunlar Orhun Yazıtları’nın harfleri. Dedem diyor ki bu taşlar bizim sözlerimizi, atalarımızın adını ebediyen yaşatacak.

    Sarıkız taşlara dokundu. Taşlar hafifçe parladı, içlerinden sesler yükseldi: “Türk budunu için gece uyumadım, gündüz oturmadım…”

    O an Sarıkız’ın gözleri doldu.
    Atalarının sesi, rüzgârla birlikte bozkırın kalbine karışıyordu.

    Gün batarken Sarıkız bileğine baktı. Zaman saati yeniden parladı.
    Dijital Rehber’in sesi duyuldu:
    — Sarıkız, istersen geri dönebilir ya da bir sonraki zamana geçebilirsin.

    Sarıkız gülümsedi:
    — Henüz bitmedi. Daha yeni başladık…
    Kırmızı tuşa bir kez daha bastı.

    Bu kez gökyüzü karardı, yıldızlar bir girdap gibi dönmeye başladı. Sarıkız yeni bir masala doğru savruluyordu…

    Rüzgârın sesiyle birlikte Sarıkız yeniden gözlerini açtı. Gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı, uzaklarda kurt ulumaları yankılanıyordu. Bozkırın ortasında dev bir otağ yükseliyordu; çevresinde mızraklı nöbetçiler, dizilmiş atlar ve dumanı tüten ocaklar…

    Saatin içinden tanıdık bir ses duyuldu:
    — Hoş geldin Sarıkız. Şimdi Göktürklerin zamanındasın. Burada Türk adı ilk kez bir devlete verildi.

    Sarıkız nefesini tuttu. Obaya doğru yürürken rüzgâr onun saçlarını dalgalandırdı. Çadırın kapısında iri yapılı bir adam duruyordu. Omzunda kurt postu, elinde altın işlemeli bir mızrak vardı.

    Adam sert ama bilge bir sesle konuştu:
    — Sen kimsin küçük kız?
    — Ben Sarıkız… Uzaktan geldim. Atalarınızı görmek istedim.
    Adam gülümsedi.
    — O hâlde hoş geldin. Ben Bilge Kağan’ım. Türk budununun kaderini taşırız biz.

    Sarıkız hayranlıkla çevresine baktı. Çadırın içinde duvarlara asılmış haritalar, taşlara kazınmış yazılar vardı. Bilge Kağan, bir yazı taşına dokundu.

    “Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış. Türk budunu için gece uyumadım, gündüz oturmadım.”

    Sarıkız’ın kalbi küt küt attı.
    — Bunlar sizin sözleriniz mi?
    — Evet, dedi Kağan. Çünkü biz biliyoruz: kim olduğumuzu unutursak, rüzgâr bile bizi savurur.

    Dışarıda savaş naraları yükseldi. Göktürk askerleri atlarına atladı. Çin ordusu sınırda görünmüştü. Bilge Kağan Sarıkız’a döndü:
    — Korkma. Bizim için her savaş, toprağımızı ve onurumuzu korumak içindir.

    Sarıkız, kadınların dua ederek gökyüzüne baktığını gördü. O anda bileğinde parlayan kırmızı tuş hafifçe titreşti.
    Dijital Rehber’in sesi yankılandı:
    — Sarıkız, artık bu zamanı anladın. Göktürklerin gücü, birlik ve kimlikten gelir. 

    Sarıkız gözlerini kısarak bozkıra baktı.
    Rüzgârın içinde kurt ulumaları, davul seslerine karışıyordu.
    Kırmızı tuşa bastı.

    Bir ışık girdabı içinde bozkırların rengi değişti. Bu kez gökyüzü laciverte döndü, dağlar yerini denizlere bıraktı.
    Dijital Rehber fısıldadı:
    — Şimdi seni Uygurların bilgelik çağına götürüyorum. Kitapların, sanatın ve ışığın zamanı…

    Kırmızı tuşa bastığında Sarıkız, gözlerini açtığında kendini rengârenk bir şehirde buldu. Gökyüzü açık mavi, sokaklar taş döşeli, duvarlar ince işlemeli taş ve ahşap panolarla süslenmişti. Uzakta minyatür bir tapınak yükseliyor, etrafında insan kalabalığı dönüyordu.

    Dijital Rehber fısıldadı:
    — Hoş geldin Sarıkız… Artık Uygurların zamanındasın. Burada kültür ve bilgelik ön planda. Kitaplar, el yazmaları ve sanat her köşede seni bekliyor.

    Sarıkız merakla etrafa baktı. Çocuklar taş oyunları oynuyor, kadınlar renkli ipek kumaşları dokuyor, yaşlılar ise küçük taş tabletler üzerinde yazılar kazıyordu.

    Bir yaşlı adama yaklaştı. Adam beyaz sakallı, gözleri bilgelik doluydu.
    — Hoş geldin, dedi. Ben Bilge Yolu Ustasıyım. Burası Uygur Kağanlığı. Yazılarımızı ve bilgelik ışığımızı gelecek nesillere aktarmak için çalışıyoruz.

    Sarıkız heyecanla sorular sordu:
    — Peki bu taşlar ve kitaplar neden bu kadar önemli?

    Bilge Yolu Ustası gülümsedi:
    — Her harf, her çizim atalarımızın yaşamını, inançlarını ve tarihini anlatır. Kültür, savaşlardan daha kalıcıdır. Eğer bir gün bu bilgeliği kaybedersek, köklerimizi de kaybederiz.

    Sarıkız, taşlara dokunduğunda minik ışıklar yükseldi ve bir dizi resim belirdi: göçebe atlar, okçular, tapınak duvarlarındaki canlı figürler… Her bir resim, bir hikaye anlatıyordu.

    Zamanın saati hafifçe titreşti.Dijital Rehber yeniden konuştu:
    — Sarıkız, artık Uygurların ışık dolu zamanını gördün. Bir sonraki tuş seni Selçuklulara götürecek. Orada Türklerin şehirleri, medreseleri ve sanat eserleriyle buluşacaksın.

    Sarıkız gözlerini kısarak parlayan tuşa bastı.
    Bir anda taşlar ve minyatür evler bulanıklaştı, rüzgâr hızıyla dönmeye başladı. Sarıkız kendini yeni bir maceranın eşiğinde buldu.

    Kırmızı tuşa bastı Sarıkız, gözlerini açtığında kendini taş sokaklarla örülü bir şehirde buldu. Gökyüzü berrak, evler iri taşlarla örülmüş, kubbeli camiler ve medreseler gökyüzüne yükseliyordu. Minarelerin gölgesi sokaklara düşüyordu.

    Dijital Rehber’in sesi duyuldu:
    — Hoş geldin Sarıkız… Artık Selçukluların zamanındasın. Burada şehirler gelişiyor, medreseler açılıyor ve sanat her köşede hayat buluyor.

    Sarıkız, sokaklarda dolaşırken büyük bir medreseye rastladı. Taşlardan yapılmış kubbeler, ince işlemeli kapılar ve yüksek pencerelerle çevriliydi. İçeri girdiğinde öğrenciler, ders kitaplarıyla meşguldü; hocalar taş tabletlerde astronomi, matematik ve felsefe öğretiyordu.

    Bir yaşlı hoca, Sarıkız’ı görünce:
    — Hoş geldin, dedi. Ben Bilge Hoca. Selçuklu şehirleri, bilim ve sanatla büyüyor. Burada medreseler, minyatürler ve cami süslemeleriyle Türk kültürünü gelecek nesillere aktarıyoruz.

    Sarıkız etrafa hayranlıkla baktı. Sokaklarda bakırcılar ve taş ustaları çalışıyor, sanat eserleri camilerde ve saraylarda hayat buluyordu. Bir duvarın yanında küçük bir harita gördü; şehirler, kervan yolları ve kaleler işaretlenmişti.

    Dijital Rehber’in sesi yeniden yankılandı:
    — Sarıkız, artık Selçuklu şehirlerini ve sanatını gördün. Şimdi bir sonraki tuş seni Osmanlılar zamanına götürecek. Orada Türklerin güç ve kültür birleşimini göreceksin.

    Sarıkız bileğine baktı; kırmızı tuş parlıyordu.
    — Hazırım, dedi.
    Ve bastı.

    Bir anda taşlar, kubbeler ve sokaklar dönmeye başladı. Sarıkız kendini yeni bir çağın kapısında buldu: Osmanlı’nın görkemli şehirlerinde…

    Sarıkız kırmızı tuşa bastığında, gözlerini açtığında kendini büyük bir şehrin kalbinde buldu. Gökyüzü berrak, şehirde minareler, saraylar ve taş köprüler birbirine karışıyordu. Boğazdan geçen gemilerin yelkenleri rüzgârda dalgalanıyordu.

    Sarıkız, geniş taş meydanlardan geçerken büyük bir saraya ulaştı. Kubbe ve minarelerle süslü, altın işlemeli kapılarıyla görkemli bir yapıydı. Sarayın içinde padişah, vezirler ve bilginler toplantı yapıyordu.

    Bir vezir, Sarıkız’ı fark etti ve gülümsedi:
    — Hoş geldin küçük misafir… Ben Bilge Vezir. Osmanlı şehirleri, medeniyetin ve adaletin merkezi. Her köprü, her cami, her medrese bir hikaye anlatır.

    Sarıkız, sarayın kütüphanesine yöneldi. Duvarları, büyük ciltlerle dolu raflarla çevriliydi. Kitaplarda bilim, edebiyat, sanat ve devlet yönetimi yazılıydı. Sarıkız bir kitaba dokundu ve içinden renkli minyatürler canlandı; İstanbul’un fethi, mimar Sinan’ın eserleri ve Osmanlı askerlerinin düzeni gözlerinin önünde belirdi.

    Dijital Rehber hafifçe parladı:
    — Sarıkız, Osmanlılar zamanını gördün. Türkler güç, kültür ve bilgelik ile birleşerek uzun bir medeniyet yolculuğu yaptılar. Şimdi bir sonraki tuş seni modern Türkiye’nin zamanına götürecek.

    Sarıkız heyecanla kırmızı tuşa bastı.
    Bir anda saray, minareler ve taş köprüler bulanıklaştı; şehirler, fabrikalar ve modern binalarla değişti. Sarıkız artık günümüze, Türklerin tarih yolculuğunun son durağına geliyordu.

    Kırmızı tuşa bastı Sarıkız, gözlerini açtığında kendini geniş caddeler, yüksek gökdelenler ve modern köprülerle dolu bir şehirde buldu. Tramvaylar, arabalar ve insanlar birbirine karışıyor; parklar, müzeler ve teknoloji merkezleri gökyüzüne uzanıyordu.

    Dijital Rehber’in sesi yankılandı:
    — Hoş geldin Sarıkız… Artık modern Türkiye’sindesin. Burada tarih, kültür ve teknoloji bir arada; atalarının izlerini her köşede görebilirsin.

    Sarıkız şehirde dolaşırken tarihi camiler, müzeler ve kültür merkezleri ile karşılaştı. Bir parkta çocuklar robotlarla oynuyor, bir başka köşede gençler sanat ve teknoloji atölyelerinde çalışıyordu.

    Bir rehber yanına geldi:
    — Hoş geldin! Ben Bilge Rehber. Bu şehirlerde geçmişin mirasıyla bugünün teknolojisi birleşiyor. Her adımda Türklerin tarih yolculuğunu görebilirsin.

    Sarıkız, rehberle birlikte İstanbul’un tarihi yerlerini gezdi. Ayasofya, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı… Her taş, her kubbe atalarının öyküsünü anlatıyordu. Modern binalar, köprüler ve metro hatları ise geçmişten bugüne gelen medeniyetin izlerini taşıyordu.

    Dijital Rehber, kırmızı tuştan hafifçe seslendi:
    — Sarıkız, artık Türklerin tarih yolculuğunu tamamladın. Orta Asya bozkırlarından modern Türkiye’ye kadar her adımda ataların izlerini gördün.

    Sarıkız bileğine baktı. Saat hafifçe parladı.
    — Ne muhteşem bir yolculuktu… dedi.
    — Ve bu yolculuk bitmedi, ekledi Dijital Rehber. Çünkü tarih, her an yazılmaya devam ediyor. Sen de kendi hikâyeni yaratabilirsin.

    Sarıkız gülümsedi. Rüzgâr saçlarını savururken, geçmişin bilgeliği ve bugünün ışığıyla dolu bir dünya onu kucaklıyordu. Ve bir sonraki kırmızı tuşa  basışıyla, yeni maceralara doğru yola çıkacağı günü hayal etmeye başladı.

    Latest articles

    spot_imgspot_img
    Önceki İçerik

    Related articles

    Leave a reply

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    spot_imgspot_img